CANIM TÜRKİYEM
ŞİFREMİ UNUTTUM!
Tarih, 10’lu rakam sistemini Arapların bulduğunu yazar. Numeroloji denilen bilim
dalı rakamların anlamları üzerinde yoğun araştırmalar yapmakta, yayınlar
yapılmaktadır.
İnsanın gizemli olay ve oluşumlara olan ilgisi günümüzde iletişimin
yaygınlaşmasına paralel artmaktadır. Antalya’da bir evin duvarına asılmış “Fal
Bilim Merkezi” tabelasını görünce;”Evettt” dedim, “Bu iş artık aleni bir iş
olmuş.”
Burada dikkat edilmesi gereken şey; yalnız tabelanın aleniyeti değil, bu
sektörde dönen kayıt altına alınamayan trilyonluk kaynakların nasıl kayıt altına
alınabilirliğidir.
Yurdun her köşesinde hatta özellikle kuş uçmaz kervan geçmez dağ aşlarında
konuşlanmış bir ev görürseniz, hiç şaşırmayınız. Araştırın, göreceksiniz, o ev
sizin geleceğinize yön veren gizli bir fal bilim merkezi(!)dir. Bu konuda kendi
yaşanmışlıklarımdan bizzat anlatmaya çalışıyorum. Herkesin bazen en yakınına
dahi açılamadığı olaylar ve yorumlar yaşamınızda çoğunlukla ilk kez gördüğünüz
bir adama ya da kadına bir çırpıda anlatıverirsiniz.
Bunları nasıl tanımlarsınız bilmem ama, benim görüşüm; bu işi yapanlar, deyim
yerindeyse bir psikolog gibi hareket ediyorlar. Gelenlerin ruh halini daha ilk
sözlerinden kolayca anlamak olası. Bunun için üniversite bitirmenize gerek yok.
Hem, karşınızdaki kişi, sizin ne tür diplomaya sahip olduğunuzu sorgulamıyor ki.
Anlattıklarınız, yıllarca çözemediğiniz ve sizin için çoğu zaman en hayati konu
durumuna gelmiş konular oluyor.
Ege’nin bir dağ köyünde, okuyup üfledikten ve yazıp çizdikten sonra 100 Mark
isteyen hoca efendi sanırım kendini Almanya’da yaşadığını sanıyordu. Yaşadığı
yerde onun evinden başka ev yoktu. Kapısında Renault araba, traktör, ahırında
büyük baş hayvanlar görülüyordu. Böyle bir servetin tarımdan kazanmasına olanak
yoktu. Öyle bir yerde kişi eğer sadece çiftçilik yaparsa karnını zor
doyurabilir.
Cep telefonu gibi hızlı iletişim araçlarının o çevrelerde ilk olarak bu işi
yapanlarda görüldüğünü söylemek gerekmez. İşin içinde polis, jandarma takibi
gibi tehlikelere karşı en etkin yöntem hızlı haberleşme olsa gerek.
“Bu pazarın gelişmesinde medyanın rolü nedir?” konulu bir panel yapılsa, yetkili
ve etkili uzmanlarından kim bilir neler duyacağız? Medya da işin farkında.
Halkımızın eğitimsizliğini bilerek, bu konularda isim yapanları köşe yazarlığı
yaptıracak boyuta taşımalarından anlaşılmaktadır.
“ŞİFREMİ UNUTTUM!” Her gün ziyaret edemeden duramadığımız internet sitelerinde
sık sık başımıza gelen şifre unutma hastalığına bereket versin ki çözüm
bulunabiliyor. Yoksa bu unutkanlığı da bir bilene mi danışsak acaba?
Ömer
AKŞAHAN
omeraksahan@hotmail.com
SİNEK VE ARI
Bir
gurup arıyla sineği bir şişeye koyuyorlar. Şişenin taban tarafını
ışığa doğru, açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru
yerleştiriyorlar.
Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşüyorlar ...
Ama şişenin tabanı cam ve onların da yabancısı olduğu bir madde
olduğundan çıkmayı başaramıyorlar.
Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşuyorlar ve karanlıkta dışarı
çıkıp
kayboluyorlar.
Ağzı açık olan şişeden karanlık tarafa doğru tek bir arı bile
gelmiyor.
Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam ediyorlar. İnsanın aklına
hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor.
Ancak daha derinlemesine düşününce, karşımıza bir anıt gibi dikilen
gerçek çok farklı oluyor. Arıların ne kadar akıllı varlıklar olduğunu
hepimiz biliyoruz.
Sinekler ise malum hayvanlar.
Arılar ne kadar temizse adı üstünde, sinekler de o kadar iğrençtir.
Arılardan korkarız bizi sokarlar diye ama sineklerden midemiz bulanır.
Evet, ışığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır
kuskusuz. Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyenlerdir.
Ne tür engel olursa olsun önlerinde, çabalarını sürdürenlerdir.Ve bu
uğurda da gerektiğinde ölebilenlerdir.
Yürek, azim, sevgi, ilkeler, dürüstlüktür bunu yaptıran. Kendine
saygı,
yasadığı topluma saygıdır.
Sinekler, karanlıkta sıvışan kaçaklardır ..
Karanlığa yürüyenlerdir.
Karanlık düşüncelerdir.
Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiç bir önemi yoktur .
Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır.
SADECE Kendi yaşamları söz konusudur.
Nerede yemek varsa, nerede rahat yasayacaklarsa, nerede çok para
kazanacaklarsa oraya giderler.
Onlar için karanlık olması önemli değildir açık ağızların.
Arıyı kovalamak isterseniz savaşır.Engellere aldırmaz.
Amacı sadece ışığa ulaşmaktır. İğnesini sapladığında öleceğini bilerek
savaşır. Ve değerleri için ölür.
Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler
kovaladığınız
yere. Yemeklerinize, kollarınızın üstüne tünerler.
Pis ayaklarıyla ezerler yaşadığımız her yeri.
Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.
Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.
Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.
ENGELLERE RAĞMEN IŞIĞA YÜRÜYENLERE, IŞIĞA ULAŞMAK İÇİN ÇABALAYANLARA, IŞIK
SAÇANLARA .......
Girme şu alçakların hizmetine
Konma sinek gibi pislik üstüne
İki günde bir somun ye ne olur
yüreğinin kanını iç te boyun eğme..
Ömer Hayyam
SEÇİM SÜRECİNDE SES GAZETESİNDE YAYIMLANAN YAZILARIM.
Olmak yada olmamak
Bekillili olmaktan ve Bekilli de yaşamaktan gurur duyuyorum.Bekillideki güzellikleride tüm dünyaya duyurmak için elimden geleni yapıyorum.Üzümümüzü,pekmezimizi, şarabımızı hak ettiği yere getirmek için işletmecilerimiz vargücüyle çalışıyor.Bugün Türkiye piyasasını belirliyecek düzeye geldiler.Başarılarından dolayı tüm üzüm üreticilerini ve Bekilliye yatırım yapan işletmecilerimizi kutluyorum.Adına festivaller düzenlediğimiz bu ürünlerimize destek olmak tüm Bekillili olanların görevidir diyorum.
Artık Bekillide tarım daha verimli bir hale gelecek.Toprakla uğraşan insanlarımızın yüzleri gülecek. Çünki sulama projesi hayata geçti.Bu proje Türkiye de bir ilke imza attı.
Yılardır okumuş insanlarımızla övünürüz.Aydın insanlarımızla övünürüz. Okuma yazma oranımızla övünürüz Üzümümüzle şarabımızla övünürüz İnsanlarımızın hoşgörüsüyle övünürüz.Ramazan ayında oruç tutanla tutmayan arasındaki ilişkiyle övünürüz.Çünki burası Bekilli Bekillili olmakla övünüyoruz..Onca yıldır çizgisinden ödün vermeyen ve dimdik ayakta duran belediye başkanımızla övünüyoruz.Bu övgülerimizide tüm dünyaya duyurmak için internet sitelerinde anlatıyoruz.
Tuncer MANKIR
http://lavaraci.tripod.com
25.01.2004 Pazar
Olmak Yada Olmamak……
Artık siyaset tanıayamıyacağımız şekilde hızlı değişiyor.taşlarla sopalarla, yapılmıyor.Kardeş kardeşi öldürmüyor.Evlat babasına diğer partiden olduğu için bıçak çekmiyor.Artık öğrendik.”yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşcesine” Bu söylemlere insanların karşı koyma gibi bir yetisi yok.İster istemez insan olmamız gerçeği bizleri dürüst ve demokratik bir ortamda yaşamaya götürüyor.”Yok zaten çaremiz çünkü bu memleket bizim bu dünya bizimdir” felsefesinde birleşmemiz gerekirken yaşam bizi farklı düşüncelere itiyor.
Bekilli deki siyasi ortamın gelişmeside yerel seçimlerdeki haliyle ortadadır.Öncesinde şu veya bu şekilde farklı siyasi görüşlerin sahibi olmuş insanların cemaat kurumlarının etkin olduğu bir siyasi yapıda buluştuğuna şahit oluyoruz.Bu siyaset şekli yaşam biçimlerinin terkimidir, yoksa yeni bir düşüncenin temsilimidir,bunu zamanla göreceğiz.Dönem bize o dört eğilimi tek çatıda toplayan o tonton iş bitirici bir nostaljik düşünceyi hatırlatsada o işin sonunda neler olabileceğini çok acılar çekerek gördük.Ve sonunda hafızası zayıf bir toplum olarak her şeye yeniden başlamak zorunda bırakıldık.Artık Devletin dağıttığı parasız ders kitaplarında Atatürk resminin yanında Özgürlük Anıtının,bakanların ve başbakanların resmini görebiliyoruz.
Tüm bu gelişmeler her yerde olduğu gibi ilçemizide içine çekti.Yapmamız gerekenle yaptıklarımız konusunda bir çok insanımızın kafası karışıyor.Bugün biryandan esen rüzgar yarın yönünü değiştirecektir.o gün arkamıza baktığımızda bir şeylere sahip çıkmış olmanın gönül rahatlığını yaşayabilmemiz için bugünkü adımlarımızı dikkatli atmalıyız.Geleceğimize bugünde sahip çıkmalıyız. Bekilliyi geriletmemek ve çağdaşlığımızı korumak adına tüm Bekilliyi sorumluluk almaya ve daha duyarlı düşünmeye davet ediyorum.çünkü kurtuluş mücadelesi vererek elde ettiğimiz ülkemizi, korumak görevini hatırdan silmememiz gerekir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bizlere emanet ettiği bu anlamlı görevi yerine getirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Tuncer MANKIR
http://lavaraci.tripod.com
22.02.2004
Gazeteler; TGRT'den yüklü maas, lüks cip ve araba alan
ünlü artistlerin dudak uçuklatan anlasmalarini yayinliyor. Bir
sarkiciya toptan 3 milyon dolar, ötekine ayda seksen milyar maas,
berikine 700 bin Dolar...
Bu arada hediye edilen yüzbin dolarlik cipler, trilyonluk
villalar da caba.
Peki bu durum sadece TGRT'de mi böyle?
Hayir! Son yillarda medya ve eglence sektöründe, Amerika'ya
parmak isirtacak rakamlar telaffuz edilmeye baslandi. Milyonlarca
dolarlik transferler, yüz-yüzelli bin dolar aylik maaslar herkesin
çenesini yoruyor.
Kendisini dinleyenlere göbek attirma hünerine sahip sarkicilar,
milyonlarca dolarlik servetin sahibi oluyor.
Görgüsüz "sosyete" dügünlerinde sarki-türkü söyleyenler bir gecede
iki "ekstra" çikarip 100 bin dolari cebekoyuyor, ertesi gün
programlari için sete, bir sonraki gün de dizilerine kosuyorlar.
Peki bu adamlar ve kadinlar, topluma hangi katkida bulunuyorlar da bu
servetlere kavusuyorlar dersiniz? Bu paralari kim ödüyor ve
daha önemlisi neden ödüyor?
Bu sorularin cevabi basit: Bir takim hanende sazende takimi,
bizden enayilik vergisi aliyorlar. Onlara bu büyük serveti
kazandiran sey; bizim toplumsal enayiligimiz. Degerler
sistemi asiri derecede bozulmus, ayaklarin bas baslarin ayak oldugu
bir toplumda yasanan çarpikligin,her el çirpan kisinin arkasindan
agzi açik ayran budalasi gibi kosmamizin sonucu bütün bunlar.
Kendileri gibi erkek olan arabesk sarkicisinin çiplak
ayaklarina dokunabilmek için birbirini ezen kalabaligin
psikopatolojik yansimalari.
Her taraflarindan löpür löpür et ve yag fiskiran terli escinsel
sarkicilara hayranlikla bagli olan ve onlarinsöyledigi sarkinin
ritmine uyarak kalça tokusturan aslan parçasi erkeklerimizin eglence
dünyasi.
Adamlar ve kadinlar, böyle bir toplumdan enayilik vergisi tahsil
etmesin de ne yapsin!
***
Siz siz olun; sakin Mehmet Akif'in, istiklal marsinin
ödülünü almamasini ama son günlerinde çektigi sefaleti unutun, Nazim
Hikmet'e sahip çikmayin, Sabahattin Ali'yi kim öldürdü diye
sormayin, Melih Cevdet Anday ne yapiyor diye merak etmeyin,
Türkiye'nin AB'ye alinmasi karsiliginda hangibedelle karsi karsiya
olduguyla ilgilenmeyin, Fazil Hüsnü Daglarca nasil geçiniyor diye
akliniza takmayin, Avni Arbas'i ziyarete gitmeyin, Cemil Meriç'in
kitaplarina el sürmeyin.Dogduklari ev müze yapilacak,adlarina
enstitüler kurulacak, üniversite doktoralari hazirlanacak
degerlerinizi bir an önce tepelemeye bakin. Çünkü kültür, siir,
resim,nitelikli müzik, düsünce gibi kavramlar bu millete zararlidir.
Allah korusun, onun aklini falan bozar! Bu insanlarin çiktigi
televizyon kanallarini hemen "zap"layip, kalça-göbek lumpen eglence
dünyasina ziplayin.
Ve pasa pasa enayilik verginizi ödeyin. Sonra sokaklara çikip "Bütün
dünya sasirma, sabrimizi tasirma!" diye bagirin. Bizler gibi bir avuç
insana da "damarlarimizda mevcut olan asil kani" arayarak ömür
tüketmek düssün.
** Zulfu Livaneli **
........Finansal kriz yurt dışına net kaynak aktarımı ile sonuçlanacağı için gelirlerdeki gerilemeyi de aşan bir yoksullaşma gerçekleşecektir. Emek gelirleri, bu ortalamanın da ötesinde daralacağı için emekçilerin yoksullaşması daha da fazla olacaktır. Bütün bunların ötesinde, sosyal devletin kurumlarının tasviyesi, halk sınıflarının sırtına ek bir yük olarak binecektir. Finansal krizler, böylece, sınıflar arası bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine dönüştürecek bir işlev ifa eder.
İleri: Son ekonomik kriz, gerçekten,
önceden ‘geliyorum’ diyen bir kriz miydi, yoksa sadece
yaşanan MGK toplantısı ile mi bağlantılıydı? O toplantıda
o gerginlik olmasa bu kriz yaşanmayacak mıydı?
Korkut Boratav: Ekonomi, kırılgan bir konumda idi ve
bu konumun fiilen bir krize dönüşmesi için "tetik
çekecek" bir vesile gerekiyordu. MGK çatışması
olmasaydı başka bir olay (diyelim bir kararnamenin
imzalanmaması, bir Danıştay iptali) tetiği çekecek başka
bir vesile olarak algılanacaktı.
İleri:
Krizin, IMF'nin
uygulanan programıyla alakalı olduğunu söylüyorsunuz.
Gerçekten de son yaşananlar üzerine ABD finans gazeteleri bile
aynı yorumu yaptılar. Özellikle Türkiye'de bu belli gidişata
neden kimse karşı çıkmadı? IMF programının sonucu zaten
önceden belli değil miydi?
Korkut Boratav: Kendi kafalarıyla düşünme
alışkanlığını tamamen yitirmiş çevreler, IMF'yi
"sorun çözen, doğru reçetelerin tekeline sahip bir yüce
bilgelik odağı" olarak görürler. Fikir tembelliği
içine de saplanmış oldukları için, IMF'nin son beş yıldan
beri dış dünyada sadece üçüncü dünyanın solcuları
tarafından değil, Batı'da çeşitli eğilimlerden çok sayıda
iktisatçı tarafından da nasıl şiddetle eleştirilmekte
olduğunu algılayamazlar. Wall Street Journal dahi "IMF Türkiye
bunalımında suçlu" dediği (üstelik bu haber Türk
gazetelerinde de aktarıldığı) için belki
değerlendirmelerini gözden geçirirler.
İleri:
Son kriz, bir
spekülasyon krizi mi? Yoksa ekonomideki bazı reel
göstergelerle alakası var mı?
Korkut Boratav: Bu tür krizler "sıcak para" denen ve
spekülatif öğeleri ağır basan sermayenin ülkeyi hızla terk
etmesiyle başlar ve çeşitli biçimlerde ekonominin üretken
sektörlerini de peşinden sürükler. Sermaye çıkışına yol
açan etkenler, ekonominin dış dengelerindeki bozulma
belirtileri, özellikle devalüasyon beklentileridir.
İleri: Son krizde Merkez Bankası ve
Hazine'nin sorumluluğu ne? Merkez Bankası'nın ve Hükümet'in
açıklamaları ve bu açıklamaların tam tersi kararlar, acaba
bazı kesimlere transfer anlamına mı geliyor?
Korkut Boratav: Merkez Bankası (MB) ve Hazine, Aralık
1999 programının oluşmasına hangi ölçüde katkı
yapmışlarsa, o derecede sorumludurlar. Kasım krizini izleyen
on günlük bir dönemde MB'nın izlediği çizgi dışında, bu
kuruluşlar 14 ay boyunca programa ve niyet mektuplarına
harfiyen uydular. Krizin patlak vereceğini farkeden resmi
çevreler, hiçbir yerde kamuoyuna gerçeği söylemezler. Bu
ön-bilgiye sahip az sayıda insan içinde kimlerin fırsattan
yararlandığını belki sonraki yıllarda öğreniriz. Bu bağlamda
devalüasyondan bir gün önce MB'nca yapılan yüksek miktardaki
döviz satışları önümüzdeki günlerde de tartışma konusu
olabilecektir.
İleri:
Krizde dışarı
çıkan döviz esas olarak nereye gitti? Bir daha gelmemek üzere
mi gitti? Bazı çevrelerin iddia ettiği gibi önceden planlanan
ve kriz çıkartıp dövizi dışarı çıkaran kesimler mi var?
Korkut Boratav: Finansal krizlerde yabancı aktörlerin dışarı
çıkardığı dövizin bir bölümü, kredilerini yenilemeyen
uluslararası bankalara gitti. Şartlar değişince kredi muslukları yeniden
açılır. Yabancı rantiyelerin (örneğin kurumsal
yatırımcıların) Türkiye'den çıkıp, nereye gittikleri, ne
zaman geri gelecekleri bilinemez. Buna karşılık, krizle
birlikte "yerli" aktörlerin Türkiye'den dışarı
çıkardığı sermayenin önemli bir bölümü dışarıda
kalır. Bir de, bankalardan çekilip kasalara giren döviz
vardır. Bu hareket yurt içinde kaldığı halde, kayıt dışı
sermaye çıkışları gibi ("net hata ve noksan"
kalemi içinde) hesaba girer. Kriz son bulduğunda da kayıt
dışı sermaye
girişi olarak hesaba girecektir.
İleri: Son devalüasyon gerçekten tüm
milletin yüzde otuz kırk fakirleşmesine mi yol açtı, yoksa
belli kesimler bu fakirleşmeden etkilenmedi hatta zenginleşti
mi? Özellikle sanayi sermayesi açısından durum ne? Büyük
Türk sanayinin aynı zamanda büyük bankaları olan finansal
devler de olduğunu göz önünde bulundurursak, büyük sermaye
krizden nasıl etkilendi? Sabancı'nın fakirleştiği
yönündeki feryatlarını nasıl yorumlamamız gerek? Son banka
operasyonlarını da gözönünde bulundurursak, sermayenin daha büyük
ellerde birikmesi için kimi rakip ve daha küçük sermaye
kesimlerinin tasfiye edildiğini söyleyebilir miyiz?
Korkut Boratav: Devalüasyon dövizle borçlanıp gelir
ve servetleri TL cinsinden olan sermaye gruplarına zarar verir;
alacakları, gelirleri, servetleri döviz, borçları TL
cinsinden olan sermaye grupları ise kazançlı çıkar.
Sakıp Sabancı'nın kişisel varlığının ve borçlarının
dökümünü, dolayısıyla hangi kategoriye girdiğini kâğıt
üzerinde bilemeyiz ama Sabancı Holding'in bankacılıkta, ithalatta,
ihracatta, sanayide ve yurt dışı yatırımlarda faaliyet
gösteren bir dev kuruluş olduğunu biliyoruz. Genel olarak
holding-türü örgütlenmeler, sermayeyi faaliyet alanları
arasında ve yurtiçinden dışarıya kaydırarak krizlerden
kaçıp kurtulma seçeneğine sahiptir. Bu nedenle, Sabancı
Holding'in de kriz koşullarına rahatça uyum sağladığını
tahmin etmek için falcı olmak gerekmez.
Emeğin ise, krizden kaçacağı yer yoktur. En ağır maliyeti,
kriz nedeniyle işsiz kalanlar çeker. İşsiz kalmayan emekçi halk katmanları ise
gelirleri (ücretler, maaşlar, emekli aylıkları, köylünün
eline geçen ürün fiyatları) ise, devalüasyonla başlayan
enflasyon sürecini izleyemeyeceği için yoksullaşırlar.
İleri:
Krizin sorumlusu
olarak gösterdiğiniz IMF programı iki yıl uygulandı. Bu
programın ekonomiye getirdiği yükün boyutları neler? Reel
ekonomi düzeyinde Türkiye ne durumda? Geleceği ne? IMF ve
Dünya Bankası dünya çapında büyük bir tepkinin odağı
oluyorlar. Türkiye'de ise hala devletin küçültülmesi
üzerine yoğun
bir çaba sürüyor? Türkiye krizi aşabilecek mi? Yoksa her bir
kaç ayda bir yeni krizlerle mi uyanacağız?
Korkut Boratav: Milli gelir düşeceği için Türkiye
yoksullaşacaktır. Finansal kriz yurt dışına net kaynak
aktarımı ile sonuçlanacağı için gelirlerdeki gerilemeyi de
aşan bir yoksullaşma gerçekleşecektir. Emek gelirleri, bu
ortalamaların da ötesinde daralacağı için emekçilerin
yoksullaşması daha da fazla olacaktır. Bütün bunların
ötesinde, sosyal devletin kurumlarının tasfiyesi, halk
sınıflarının sırtına ek bir yük olacak binecektir.
Finansal krizler, böylece, sınıflar-arası bölüşüm
ilişkilerini sermaye lehine dönüştürecek bir işlev ifa
eder.
Krizler, er-geç son bulur; ancak bitim noktasındaki bölüşüm
dengeleri, başlangıç noktasından radikal biçimde farklı olur. Bu kötümser öngörünün
gerçekleşmemesini sağlayabilecek tek etken, sınıfsal
direnmenin politik hayatı etkileyebilecek düzeyde
örgütlenmesidir. Ne yazık ki şu andaki yaygın ve şiddetli
halk tepkisi, bu türden bir örgütlenme içermemektedir.
Not:Bu yazı ileri 2000 dergisinden alınmıştır
Ülkemizin yaşam değerlerinden arta kalanlarıda bitirmeye kesin niyetli"Endüstri Bölgeleri Hakkında Kanun Tasarısı"nı TBMM gündemine aldırdılar. Sadece sömürü için düzenlenen bu yasa ülkemizin sosyal durumunu,bölgeler arası dengesizliğini ,gerçek manada olması gereken öncelik sıralı hayati taleplerini hiç dikkate almadan sadece en kısa zamanda ,en büyük karı Türk halkının sırtından götürme yasasıdır.
Bu yasanın ülkemizde yaratacağı tarifi ve telafisi mümkün olmayan kötü sonucu sadece işbirlikçiler ve çıkarcılar göremez. Bu yasadan sonra birgün; mahvedilmiş çevre ,çok ucuz kullanılmış emek , sırtından yaratılmış kaynakları teşvik olarak kullanılmış ,sömürüle sömürüle posası çıkartılmış ,sağlığı bile hiçe sayılmışbir halk;doğal;kültürel,tarihselzenginlikleri ile keentleri tahrib edilmişUlusal Sanayi ve Ulusal Üretim velhasıl 1890 ların Duyunu Umumiyesi ile amaçlanan egemenliği sona erdirilmiş bir ülke haline geleceğiz.
Atatürk İzmir İktisat Kongresi'ni açış nutkunda şöyle demişti;
"Bir devlet ki kendi halkına koyduğu vergiyi yabancılara uygulayamaz,bir devletki kendi gümrük resimlerini ve her türlü vergi işlemlerini düzenleme hakkından alıkonulur; bir devlet ki kendi kanunlarına göre yargı hakkını yabancılara uygulayabilmekten yoksundur ;o devlete bağımsız denilemez."
Yarınlarımız olan çocuklarımız ve gelecek kuşaklarımız adına emenet aldığımız ülkemiz ulusumuzun ortak malıdır. Bu kaynaklar üzerinde çok uluslu yabancı şirketlere ve yerli işbirlikçilerine sağlanan bu imtiyaz haklarına karşıyız.
Tüm duyarlı kuruluşları,kitle örgütlerini ve Türk halkını bu yasaya karşı yasal yollarla haklarını korumaya davet ediyoruz.
Ünal ERDOĞAN
USİAD Genel Başkan Yardımcısı
Erinc Yeldan* - Guclu Ekonomiye Gecis Programi Uzerine Degerlendirmeler
* Prof. Dr. , Bilkent Univeristesi Ekonomi Bolum Baskani
Turkiye 2000 yili boyunca uygulamis oldugu "kur cipasina dayali enflasyonu dusurme" programinin ondort aylik bir sure icerisinde iki kez ekonomik krize ugramasinin ardindan 14 Nisan itibariyle yeni bir istikrar programini uygulamaya koydu. Onceleri "ulusal program", daha sonra da "guclu ekonomiye gecis programi"(GEGP) olarak tanimlanan yeni istikrar arayislarinin temel amaci kamuoyuna "... guven bunalimini ve istikrarsizligi suratle ortadan kaldirmak ve ... bir daha geri donulemeyecek sekilde kamu yonetiminin ve ekonominin yeniden yapilandirilmasina yonelik altyapiyi olusturmak" seklinde duyuruldu. Programin hedeflerine gore "eski duzene donmek artik gercekten mumkun degil"di!
Programin arkasinda IMF ve Dunya Bankasi'nin kuramsal ve politik desteginin bulundugu biliniyordu. Nisan ayinin son haftasinda Devlet Bakani Kemal Dervis nihayet bu destegin akceli boyutunu da acikladi. Yil icinde kullanilacak dis kaynak 14.3 milyar dolar olacakti. Ancak iktisat medyasinin bazi yazarlarina gore bu rakam 19.4 milyar dolara degin yukselebilecekti. Bu gelismeler ekonomi basininda bir anda buyuk moral etkisi yapti. Istanbul Hisse Senetleri Borsasi yuzde 15'e yakin deger kazandi; Dolarin TL karsisindaki degeri de yuzde 5 dususe gecti.
Aciklanan dis destek gercekte Turkiye ekonomisinin
kriz surecinden cikmasina ne olcude yeterli olacaktir? Bu soruya
yanit verebilmek icin aciklanan yeni programin, 1999/2000'in
niyet mektuplariyla veya 1998'in IMF yakin izleme anlasmalariyla
belirlenen gecmis istikrar onlemlerine gorece ne derece yeni
unsurlar icerdigi ve gercekten kalici istikrari saglayabilecek ne
tur yeni yapisal donusumleri hedefledigi tartisilmalidir. Yeni
programla "guclu ekonomiye gecisin" ogeleri gercekte ne
derece yeni, henuz uygulanmamis hedeflerden olusmaktadir? GEGP,
son on yilda istikrarsizlik - kriz - yapay buyume -
istikrarsizlik sarmalinda bir kisir dongu icinde bocalayan
Turkiye ekonomisinin yapisal sorunlarina ne derecede yeni
cozumler getirmektedir? Kisacasi, GEGP adiyla anilan yeni
program, iktisadi tedbirleri ve hedeflerin kurgusu acisindan ne
kadar "yeni" bir programdir? Bu yazi cercevesinde GEGP
uzerine bu sorular cercevesinde bir degerlendirme yapilmasi
amaclanmaktadir.
Guclu Ekonomiye Gecis Programina Gore Turkiye Ekonomisinin
Yapisal Sorunlari
GEGP'nin, kendinden onceki istikrar programi metinlerinden farkli
olarak, Turkiye ekonomisinde 1990 sonrasinda olusan temel
sorunlara gercekci ve oldukca derin ve kapsamli bir yaklasim
gosterdigi gorulmektedir. Nitekim toplam 75 maddeden olusan
program metninin ilk 25 maddesi -ucte biri- soz konusu donemin
sorunlarinin tespitine ayrilmis durumdadir.
GEGP suregelen krizi baslica iki nedene baglamaktadir: (i)
surdurulemez ic borc dinamigi; ve (ii) basta kamu bankalari olmak
uzere mali sistemdeki sagliksiz yapi. Nitekim, kamu kesiminde
saglikli bir dengenin saglanamadigi 1990'lar boyunca devletin ic
borclari hizla menkul kiymetlendirilmeye baslanmis ve hazine
bonosu ve tahvil ihraclariyla finansal sektorde pazarlanmistir.
Menkul-kiymetlendirilmis ic borclanma (tahvil ve bono
ihraclariyla finanse edilen kamu aciklari) 1990'da ulusal gelirin
%7'si iken, bu rakam 1999 sonunda %29.3'e ulasmis durumdadir. Ic
borc stokunun bu denli hizla buyumesinin ardindaki en onemli
etken, ozellikle 1991'den itibaren ic borc senetlerinin kisa
vadeye sikismasidir. Nitekim, bir sene icerisinde kamunun net
yeni borclanmasinin, toplam ic borc stokuna oraninin 1992
yilindan itibaren %50'yi astigini gozlenmektedir. Kisa vadede
dondurulmesi geregi yuzunden ic borc yuku donem boyunca hizli bir
devinim gostermis ve 1993'ten sonra yil boyunca yapilan brut yeni
ic borclanma, varolan toplam ic borc stokunu asar hale gelmistir.
Bu haliyle kamu sektoru, ic borcunu ancak yeni ic borclanma ile
karsilayabilmekte ve ic borc stoku -iktisat yazininda Ponzi-tipi
finansman diye adlandirilan- bir kisir dongu icine itilmis
gozukmektedir.
Kamu kesimi borclanma gereginin ulusal ekonomiye getirdigi ic
borc yuku, faiz odemelerinin hizli artisi ile kendini 1993
yilindan itibaren hissettirmeye baslamistir. Ic borc faiz
odemelerinin, gayri safi milli hasilaya orani, 1990'larin basinda
sadece %2 civarinda iken, artan ic borclanma temposuna kosut
olarak 1993'te %4.6'ya; 1996'da da %9.0'a degin yukselmistir.
1998-sonrasinda yeniden ivmelenen ic borc faiz yuku, ulusal
gelirin %15'ini asmis ve 2000 yili istikrar programi altinda da
artis egilimini surdurmustur.
Diger yandan, birincil (faiz-disi butce) dengesinde her ne
pahasina olursa olsun fazla yaratma kaygisi dogrudan dogruya
diger harcama kalemlerine yansitilmis, bu yaklasimdan en buyuk
payi da kamu yatirim harcamalari almistir. Iscilik maliyetleri
haric tutulursa, konsolide butce toplam yatirim harcamalarinin,
1995'ten bu yana, toplam harcamalarin %6'sini asmadigi
gorulmektedir. 1985'de butce harcamalari icinde %20.7'ye ulasan
bir paya sahip olan yatirim harcamalarinin 1990'larda hizla
geriletilmis olmasi ve 2000'li yillara girerken Cumhuriyet
tarihinin en dusuk degerlerine sahip olmasi cok dusundurucu bir
gelismedir Buna karsin ic borc faiz odemeleri, 2000 yili
itibariyle kamu harcanabilir gelirinin neredeyse tumunu
goturmektedir. Bu gelismelere kosut olarak ic borc faiz
harcamalarinin, yatirim harcamalarina orani 1992'den itibaren
%100'un uzerine cikmis ve 1999'da %638'e yukselmistir.
Dolayisiyla kamu, butce harcamalarini duzenlerken ic borc faiz
odemesi icin yatirimlarina harcadigi giderin tam 6.4-misli bir
pay ayirmaktadir. Kamu yatirimlarinin ic borc servis yuku
karsisinda bu sekilde gerilemesi 1990'li yillarin en vahim
sonucudur. Oysa, soz konusu yillarda finansal serbestlestirme
sureci altinda Turk ekonomisinin yatirim hacminin genislemesi ve
ulusal tasarruf havuzunun dogrudan sabit sermaye yatirimlara
donusturulebilmesinin daha hizli ve etkin bir bicimde
gerceklesmesi bekleniyordu. Burada bu beklentilerin gerceklesmesi
bir yana, ic borc tuzagina sikisan kamu sektorunun her sene net
yeni ic borclanmasinin ustunde bir ic borc faiz harcama yuku ile
karsi karsiya kaldigi gorulmektedir.
Turkiye ekonomisinde 1990-sonrasi doneme damgasini vuran temel
iktisadi yapi, 1989'da 32 Sayili Kararname diye de anilan bir
adim ile odemeler dengesi sermaye hareketleri uzerindeki tum
kisitlama ve denetimlerin kaldirilarak finans piyasalarinin
tamamiyla serbestlestirilmesi uzerine kurulmustur. Boylece ulusal
finans piyasalari dogrudan dogruya kisa vadeli, spekulatif
nitelikli yabanci sermaye hareketlerine bagimli hale gelmis ve
ulusal kaynaklarin reel uretken sektorlere sabit sermaye
yatirimlari araciligiyla donusturulmesi islevini terk ederek,
paradan para kazanmaya yonelik bir kumarhane kapitalizmine
(casino capitalism) suruklenmistir. Bu yapi altinda, sermaye
kacisi ve dolarin ulusal parayi ikamesi (dolarizasyon) tehditleri
dogrudan reel faizlerin yukselmesine yol acmakta; bir yandan da
dovizin ucuz tutulmasini gerekli kilmaktadir. Bu surecte artik
yuksek reel faiz, dusuk kur sarmali uluslararasi piyasalarca
dissal (egzojen) olarak yonlendirilen bir mali arac haline
donusmustur. Bu olgu karsisinda ulusal Merkez Bankasi para
politikasini surdurebilecegi mali araclar uzerindeki denetimini
kaybederek, doviz rezervlerini idare eden bir "muhasebe
kurulusu" konumuna indirgenmis haldedir. Ulusal mali
piyasalara aktif olarak mudahale etme olanagini kaybeden Merkez
Bankasi'nin gercekci bir reel kur ve ulusal kaynaklari yatirim ve
buyume onceliklerine gore yonlendirebilecegi bagimsiz bir faiz
politikasi izleme olanagi artik kalmamistir. Dolayisiyla
Turkiye'nin 1989-sonrasi deneyimi, mali piyasalarin henuz cok
genc ve sig oldugu kalkinmakta olan bir ulkede uluslararasi para
piyasalarinin spekulasyonuna erken ve denetimsiz bir bicimde
eklemlenmenin aci maliyetini sergilemektedir.
Bu tur spekulatif sermaye birikimi, bankacilik kesiminde cok
hizli ve sagliksiz bir siskinlik yaratmis ve ornegin, bankalarin
toplam aktiflerinin ulusal gelire orani 1990'da %35 iken, 1995'de
%41'e, 2000'de de %65'e cikmistir. 1990-1999 arasinda bankacilik
kesiminin toplam aktiflerinin reel fiyatlarla artis hizi %13.4
olur iken, ulusal gelir sadece %3.1 reel artis gostermistir. Bu
turden bir gelisim cizgisinin Turk finansal piyasalarinca
benimsenmis olmasinin biricik kosulu da, kuskusuz, finansal
sektorlere saglanan cok yuksek getiri (yuksek reel faizler)
sayesinde olagelmistir.
Dolayisiyla 1990-sonrasinin yuksek kamu ic borclanma temposu,
yuksek reel faizler ve kisa vadeli uluslararasi sermaye
hareketlerine dayali finansal serbestlestirme sureci, bir butun
olarak, ayni iktisadi temelin birbirini tamamlayan parcalari
olarak degerlendirilmelidir.
2000 Yili Enflasyonu Dusurme Programi Turk Ekonomisinde
Istikrarsizligi ve Kirilganligi Arttirmistir
GEGP, niyet mektuplariyla betimlenen 2000-yili kur cipasina
dayali enflasyonu dusurme programinin basarisizlik nedenlerine de
kanimca gercekci bir yaklasimda bulunmaktadir. Program metninin
19. Maddesi, "uygulanmakta olan kur cipasina dayali para
politikasi geregi likidite yaratim mekanizmasinin doviz girisine
dayandirilmis oldugu bir yapida dis kaynak imkanlarindaki daralma
likidite artisinin da yavaslamasina yol acmistir" diyerek
2000-yili programinin da kirilgan yapisinin altini cizmekteydi.
Nitekim 2000 yili boyunca likidite yaratim mekanizmasinin
dogrudan dogruya uluslararasi parasal sermaye akimlarinin
spekulatif girislerine dayandirma yonundeki tercihin ne kadar
istikrarsiz ve hassas dengeler uzerine kurulu oldugu apacik
gozler onundeydi. Bu kirilgan yapiya dair bir ornek vermek
gerekirse, bu konudaki en temel gostergelerden birinin "kisa
vadeli dis borc stokunun Merkez Bankasi uluslararasi rezervlerine
orani" oldugu soylenebilir. Kisa vadeli dis borc / MB
rezervleri orani, uluslararasi iktisat yazininda bir ekonominin
guvenirliliginin en temel gostergelerinden birisi olarak
degerlendirilmektedir. Ayrica, soz konusu oranin buyuklugu,
uluslararasi ulke deneyimlerinden yola cikarak, bir finansal
krizin en onemli oncullerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Elimizdeki veriler, krizin bir on-habercisi olarak
degerlendirilen bu oranin Meksika krizi oncesinde (Kasim, 1994)
%260; Asya krizi oncesinde de (Haziran, 1997) Endonezya'da %170;
Tayland'da %150; Filipinler'de %90; Malezya'da ise %60 degerini
tasidigini gostermektedir. Dolayisiyla soz konusu oranin asgari
%60 siniri, uluslararasi finans cevrelerinde "kritik"
bir esik olarak algilandigi soylenebilir. Turkiye'de ise 2000
yili dez-enflasyon programi uygulamasi altinda bu oranin %100'den
baslayarak, Haziran 2000'de %112'ye, Aralik ayinda da %145'e
yukselmis oldugu gorulebilmektedir. Oysa, programin
uygulayicilari Niyet Mektubu'nda somutlanan hedefler acisindan,
kisa vadeli dis borc yukunun olasi artisina kosut olarak Merkez
Bankasi rezervlerindeki genislemeyle birlikte bu gostergenin
herhangi bir bozulmaya itilmeyecegi savindaydi. Ancak, bankacilik
kesimi 2000 yili boyunca uluslararasi doviz kredileri net
girislerini 4 milyar 696 milyon arttirarak, 11 milyar 140 milyon
dolara degin yukseltmislerdi. Bu surecte Turk bankacilik
kesiminin toplam kisa vadeli dis borc stoku 13.2 milyar dolardan
hizla artarak 16.9 milyar dolara ulasmisti. Bu arada kisa vadeli
borclardaki soz konusu artislar bir yandan da 10 milyar dolara
yaklasan cari islemler aciginin bir bolumunu finanse etmekte
kullanilmis ve Merkez Bankasi rezervlerinde herhangi bir artis
saglamamisti. Dis ekonomik iliskilerdeki bu olumsuz edinimler,
IMF'den Kasim krizi sonrasinda elde edilen ve MB rezervlerini
desteklemek amaciyla yapilan 4 milyar dolarlik borclanmaya ragmen
gerceklesmisti. Elimizdeki veriler 2001 Ocak basinda gerceklesen
bu IMF rezerv-destek kredisi olanagi sayesinde kisa vadeli dis
borc / MB rezervleri oraninin sadece %112'ye geriletebildigini
gostermektedir. Ancak, bu tur dis kaynakli yapay destekler ulusal
ekonominin dengelerini ve guvenirliligini saglamaya yetmeyecek ve
program Şubat ayinda iflas edecektir.
2000 yili programinda bir diger dengesizlik ulusal ekonominin
cari islemler aciginda yasanmisti. Cari islemler aciginin Merkez
Bankasi rezervlerine orani 1999 sonunda %5.9 duzeyindeydi. Bu
gosterge 2000 boyunca hizla bozulmaya itilmis ve Haziran'da
%28'e, yil sonunda da %49.7'ye cikmistir. Cari islemler aciginin
ulusal gelire orani ise 1999 sonunda %0.7 iken, 2000 sonunda %5'e
yukselmistir.
Bu sartlar altinda 2000 yili boyunca uygulanan enflasyonu dusurme
programinin aslinda ekonomik istikrari saglamaya yonelik bir
program olmadigi acikca gorulmektedir. Bu anlamda altini acikca
cizmemiz gerekmektedir ki, Kasim 2000 uyari ve Şubat
2001 krizleri soz konusu programdan sapmalar nedeniyle degil, bu
programin dogrudan izlenilmesi neticesinde ortaya cikan dogal bir
sonuctur. Doviz kuru sepetinin bir takvim altinda sabitlenmesi ve
bagimsiz para politikalarinin uygulanma olanaginin, Merkez
Bankasina getirilen kisitlamalar ile ortadan kaldirilmasi
sonucunda ulusal ekonominin spekulatif doviz giris cikislari
karsisinda hic bir denetleme ve yonlendirme olanagi bulamayarak,
basibos bir ortamda dengesizlige suruklenmesi kacinilmazdi. Bu
anlamda 1999 Aralik tarihli Niyet Mektubu'nda somutlanan program
aslinda sadece bir enflasyonu dusurme programi olarak kalmakta,
bir istikrar programi olma niteligini ise tasimamaktaydi.
Bilakis, program ulusal ekonominin para piyasalarina ve dis
dengelerine enjekte ettigi istikrarsizlik unsurlari sayesinde
zaten kirilgan olan makroekonomik yapinin istikrarsizligini daha
da arttirmis olmaktaydi.
Gegp'nin Makroekonomik Hedefleri
GEGP ana cercevesiyle tespit ettigi bu yapisal sorunlara ne tur
cozumler onermektedir? GEGP'nin temel amac ve araclari arasinda
su goruslere yer verilmektedir: (i) Dalgali kur sistemi icinde
enflasyonla mucadelenin kesintisiz ve kararli bir bicimde
surdurulmesi; (ii) Bankacilik sektorunde hizli ve kapsamli bir
yeniden yapilandirma; boylece bankacilik kesimi ile reel sektor
arasinda saglikli bir iliskinin kurulmasi; (iii) Kamu finansman
dengesinin bir daha bozulmayacak sekilde kurulmasi; (iv)
Toplumsal uzlasmaya dayali, fedakarligin tum kesimlerce adil bir
bicimde paylasilmasini ongoren ve enflasyon hedefleri ile uyumlu
bir gelirler politikasinin surdurulmesi... (Madde 29).
Ancak, yukaridaki satirlarda yapisal kaynaklarini vurguladigimiz
kirilgan ve istikrarsiz unsurlar ekonomiden nasil
temizlenecektir? GEGP sorunlara gercekci bir tespit yapmasina
karsin, cozum onerilerinde son derece muglak ve yetersiz hedefler
gozetmekte, sorunlari nitelendirmede gosterdigi beceri ve
cesareti bu sorunlarin cozumune iliskin hedeflerin konulmasinda
gosterememektedir.
GEGP bankacilik kesiminin yurt disindan hicbir denetleme ve
yonlendirmeye tabi olmadan yapilan spekulatif nitelikli dis
borclanmanin onune gecebilecek hicbir duzenleme onermemektedir.
Bunun tersine, program metninin 33. maddesinde "bankalardaki
mevduat ve bankalarin diger yukumluluklerine yonelik olarak ilan
edilen garanti uygulamalarina devam edilecektir" onermesiyle
bankacilik kesiminde yaratilan ahlaki tehlikenin (moral hazard)
varligini surdurmesine seyirci kalmaktadir. Ancak, bu guvencenin
varligi bankacilik kesiminin sicak para girisleri araciligiyla
denetimsiz dis borclanmasinin en onemli unsurlarindan birini
olusturmakta ve finansal kirilganligin artmasinin yapisal
kosullarini hazirlamaktadir.
GEGP makro ekonomik hedefleri arasinda ic borc dinamigine iliskin
olarak 2000 yilinda %4.6 olan konsolide butce faiz disi
fazlasinin ulusal gelire oranini 2001 yilinda %5.1 duzeyine
yukseltmeyi hedeflemektedir. Bunun icin de faiz disi
harcamalardaki nominal artisin ulusal gelirin nominal artisinin
altinda tutulmasina ozen gosterilecegine (madde 66(i)) isaret
edilmektedir. Ancak bu hedeflere ulasmak icin servet vergisi veya
net aktif vergisi turunden yeni hicbir duzenlemeye gidilmeyerek,
hedeflenen faiz disi butce fazlalarinin oncelikle kamu
harcamalarindaki daralmayla karsilanmasi planlamaktadir. Oysa,
2000 itibariyle kamu harcanabilir gelirinin neredeyse tamamina
ulasan ic borc faiz odemelerinin yukunun faiz disi harcamalardaki
kisintilarla azaltilamayacagi 2000 yili butce uygulamasi
sonucunda cok yalin bir gercek olarak gozlenmis durumdadir.
Kamu yatirimlarinin toplam butce harcamalari icindeki payinin
sadece %5 civarinda oldugu, dolayisiyla burada daha fazla bir
tasarrufun soz konusu olamayacagi aciktir. Butce vergi
gelirlerinin neredeyse tumunu yutan faiz odemelerinin yuku
uzerine hicbir duzenleme dusunulmezken, tartismalarin butce
harcamalari icinde (1999 yili itibariyle) sadece %10'u civarinda
pay tutan KIT sistemi ve sosyal guvenlik sistemine yapilan
transferler uzerine yogunlastirilmasi, son derece maksatli, ya da
en azindan hedef saptirici bir yaklasim olmaktadir. Kisacasi
devlet bu haliyle butcesini yatirim veya buyume icin degil, bir
gelir transferi araci olarak kullanmaktadir. Baska bir ifadeyle,
devlet butcesi artik sosyal altyapi ve ekonomik buyumeyi degil,
finans piyasalarina kaynak transferini yeniden duzenlemenin bir
araci haline donusmus gozukmektedir.
Dolayisiyla, kamu kesimince surdurulemez konumda olan ic borc
dinamigi devletin ekonomi icindeki "buyuklugunden"
degil, faiz harcamalarinin -finansal sistemin kisa donemci,
spekulatif nitelikteki isleyisinin mantigi acisindan- son derece
yuksek olmasindan kaynaklanmaktadir. GEGP, bu haliyle, ic borcun
surdurulemez oldugu konusundaki tespitine gercekci bir cozum
getirememektedir. Bu konuda yapilmasi gereken somut adim ise ic
borcun stokunun mali sisteme ve giderek tum reel ekonomiye olan
yukunu azaltmak icin Hazine, Merkez Bankasi ve bankacilik kesimi
arasinda borcun vadesini uzun doneme yayan ve bu borcun reel faiz
yukunu dusuren bir duzenlemeden gecmektedir. (Bu konudaki oneri
ve uyarilar Nisan basinda kamuoyuna sunulan Emek Platformu
program bildirgesinde de somutlanmisti).
Bu turden bir duzenlemenin Turk mali sistemini uluslararasi
sermaye hareketlerinin spekulatif denetimine sokan 32 sayili
kararnamenin sagladigi basibos finansal serbestinin onune
gecilmesiyle de desteklenmesi gereklidir. Turkiye'nin,
gunumuzdeki kirilgan ve sig finans piyasalarinin yapisi ile, 32
sayili kararnamenin yarattigi fantezi dunyasinin ekonomik
maliyetlerine -"kuresellesen dunyayla butunlesme" gibi
ici bos sloganlarla- seyirci kalinmasina tahammulu kalmamistir.
Bu konuda yabanci sermaye girislerinin vadesini orta-uzun doneme
yayici ozendirmeler ve kisa vadeli sermayeyi caydirici vergi,
tayinlama gibi unsurlarla denetlenmesi ve yonlendirilmesi amacini
guden iktisadi tedbirler dusunulmeli ve uygulamaya konulmalidir.
Aksi halde Turk mali ve reel sektorleri arasindaki kopukluk daha
da derinlesecek ve Guclu Ekonomiye Gecis Programi da, daha onceki
"istikrar" metinlerinde oldugu gibi, sadece iktisadi
sorunlarin varliginin ifade edilmesiyle yetinilen, ancak bunlarin
yapisal cozumlerine iliskin somut hicbir adimin atilmadigi bir
belge olarak kalacaktir.
Bu anlamda, yazimizin basindaki soruya geri donersek, 14 milyar
dolarlik dis kaynak girisi ekonomiye gecici ve yapay canlilik
sunmaktan oteye gidemeyecek ve ulusal tasaruflarin, sabit sermaye
yatirimlari araciligiyla reel uretim sektorlerine
kazandirilmasini engelleyen spekulatif kokenli, kisa vadeli
finansal kazanclarin ozendirilmesinin onune gecilmedigi surece
Turkiye ekonomisi kalici bir istikrara ve surdurulebilir bir
kalkinma surecine ulasamayacaktir.
Ileri Dergisi 4. Sayi (Mayis/Haziran 2001
KAREN FOGG TÜRKİYE NASIL HİZAYA GELİR
Sayın ziyaretçilerim bana her konuda görüşlerinizi bildirip yazabilirsiniz ve yazılarınızı bu sayfada görebilirsiniz.