CANIM TÜRKİYEM

ŞİFREMİ UNUTTUM!

Tarih, 10’lu rakam sistemini Arapların bulduğunu yazar. Numeroloji denilen bilim dalı rakamların anlamları üzerinde yoğun araştırmalar yapmakta, yayınlar yapılmaktadır.

İnsanın gizemli olay ve oluşumlara olan ilgisi günümüzde iletişimin yaygınlaşmasına paralel artmaktadır. Antalya’da bir evin duvarına  asılmış “Fal Bilim Merkezi” tabelasını görünce;”Evettt” dedim, “Bu iş artık aleni bir iş olmuş.”

Burada dikkat edilmesi gereken şey; yalnız tabelanın aleniyeti değil, bu sektörde dönen kayıt altına alınamayan trilyonluk kaynakların nasıl kayıt altına alınabilirliğidir.

Yurdun her köşesinde hatta özellikle kuş uçmaz kervan geçmez dağ aşlarında konuşlanmış bir ev görürseniz, hiç şaşırmayınız. Araştırın, göreceksiniz, o ev sizin geleceğinize yön veren gizli bir fal bilim merkezi(!)dir. Bu konuda kendi yaşanmışlıklarımdan bizzat anlatmaya çalışıyorum. Herkesin bazen en yakınına dahi açılamadığı olaylar ve yorumlar yaşamınızda çoğunlukla ilk kez gördüğünüz bir adama ya da kadına bir çırpıda anlatıverirsiniz.

Bunları nasıl tanımlarsınız bilmem ama, benim görüşüm; bu işi yapanlar, deyim yerindeyse bir psikolog gibi hareket ediyorlar. Gelenlerin ruh halini daha ilk sözlerinden kolayca anlamak olası. Bunun için üniversite bitirmenize gerek yok. Hem, karşınızdaki kişi, sizin ne tür diplomaya sahip olduğunuzu sorgulamıyor ki. Anlattıklarınız, yıllarca çözemediğiniz ve sizin için çoğu zaman en hayati konu durumuna gelmiş konular oluyor.

Ege’nin bir dağ köyünde, okuyup üfledikten ve yazıp çizdikten sonra 100 Mark isteyen hoca efendi sanırım kendini Almanya’da yaşadığını sanıyordu. Yaşadığı yerde onun evinden başka ev yoktu. Kapısında Renault araba, traktör, ahırında büyük baş hayvanlar görülüyordu. Böyle bir servetin tarımdan kazanmasına olanak yoktu. Öyle bir yerde kişi eğer sadece çiftçilik yaparsa karnını zor doyurabilir.

Cep telefonu gibi hızlı iletişim araçlarının o çevrelerde ilk olarak bu işi yapanlarda görüldüğünü söylemek gerekmez. İşin içinde polis, jandarma takibi gibi tehlikelere karşı en etkin yöntem hızlı haberleşme olsa gerek.

“Bu pazarın gelişmesinde medyanın rolü nedir?” konulu bir panel yapılsa, yetkili ve etkili uzmanlarından kim bilir neler duyacağız? Medya da işin farkında. Halkımızın eğitimsizliğini bilerek, bu konularda isim yapanları köşe yazarlığı yaptıracak boyuta taşımalarından anlaşılmaktadır.

“ŞİFREMİ UNUTTUM!” Her gün ziyaret edemeden duramadığımız internet sitelerinde sık sık başımıza gelen şifre unutma hastalığına bereket versin ki çözüm bulunabiliyor. Yoksa bu unutkanlığı da bir bilene mi danışsak acaba?
Ömer AKŞAHAN
omeraksahan@hotmail.com

........Finansal kriz yurt dışına net kaynak aktarımı ile sonuçlanacağı için gelirlerdeki gerilemeyi de aşan bir yoksullaşma gerçekleşecektir. Emek gelirleri, bu ortalamanın da ötesinde daralacağı için emekçilerin yoksullaşması daha da fazla olacaktır. Bütün bunların ötesinde, sosyal devletin kurumlarının tasviyesi, halk sınıflarının sırtına ek bir yük olarak binecektir. Finansal krizler, böylece, sınıflar arası bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine dönüştürecek bir işlev ifa eder.

İleri: Son ekonomik kriz, gerçekten, önceden ‘geliyorum’ diyen bir kriz miydi, yoksa sadece yaşanan MGK toplantısı ile mi bağlantılıydı? O toplantıda o gerginlik olmasa bu kriz yaşanmayacak mıydı?
Korkut Boratav: Ekonomi, kırılgan bir konumda idi ve bu konumun fiilen bir krize dönüşmesi için "tetik çekecek" bir vesile gerekiyordu. MGK çatışması olmasaydı başka bir olay (diyelim bir kararnamenin imzalanmaması, bir Danıştay iptali) tetiği çekecek başka bir vesile olarak algılanacaktı.
İleri: Krizin, IMF'nin uygulanan programıyla alakalı olduğunu söylüyorsunuz. Gerçekten de son yaşananlar üzerine ABD finans gazeteleri bile aynı yorumu yaptılar. Özellikle Türkiye'de bu belli gidişata neden kimse karşı çıkmadı? IMF programının sonucu zaten önceden belli değil miydi?
Korkut Boratav: Kendi kafalarıyla düşünme alışkanlığını tamamen yitirmiş çevreler, IMF'yi "sorun çözen, doğru reçetelerin tekeline sahip bir yüce bilgelik odağı" olarak görürler. Fikir tembelliği içine de saplanmış oldukları için, IMF'nin son beş yıldan beri dış dünyada sadece üçüncü dünyanın solcuları tarafından değil, Batı'da çeşitli eğilimlerden çok sayıda iktisatçı tarafından da nasıl şiddetle eleştirilmekte olduğunu algılayamazlar. Wall Street Journal dahi "IMF Türkiye bunalımında suçlu" dediği (üstelik bu haber Türk gazetelerinde de aktarıldığı) için belki değerlendirmelerini gözden geçirirler.

İleri: Son kriz, bir spekülasyon krizi mi? Yoksa ekonomideki bazı reel göstergelerle alakası var mı?
Korkut Boratav: Bu tür krizler "sıcak para" denen ve spekülatif öğeleri ağır basan sermayenin ülkeyi hızla terk etmesiyle başlar ve çeşitli biçimlerde ekonominin üretken sektörlerini de peşinden sürükler. Sermaye çıkışına yol açan etkenler, ekono
minin dış dengelerindeki bozulma belirtileri, özellikle devalüasyon beklentileridir.
İleri: Son krizde Merkez Bankası ve Hazine'nin sorumluluğu ne? Merkez Bankası'nın ve Hükümet'in açıklamaları ve bu açıklamaların tam tersi kararlar, acaba bazı kesimlere transfer anlamına mı geliyor?
Korkut Boratav: Merkez Bankası (MB) ve Hazine, Aralık 1999 programının oluşmasına hangi ölçüde katkı yapmışlarsa, o derecede sorumludurlar. Kasım krizini izleyen on günlük bir dönemde MB'nın izlediği çizgi dışında, bu kuruluşlar 14 ay boyunca programa ve niyet mektuplarına harfiyen uydular. Krizin patlak vereceğini farkeden resmi çevreler, hiçbir yerde kamuoyuna gerçeği söylemezler. Bu ön-bilgiye sahip az sayıda insan içinde kimlerin fırsattan yararlandığını belki sonraki yıllarda öğreniriz. Bu bağlamda devalüasyondan bir gün önce MB'nca yapılan yüksek miktardaki döviz satışları önümüzdeki günlerde de tartışma konusu olabilecektir.
İleri: Krizde dışarı çıkan döviz esas olarak nereye gitti? Bir daha gelmemek üzere mi gitti? Bazı çevrelerin iddia ettiği gibi önceden planlanan ve kriz çıkartıp dövizi dışarı çıkaran kesimler mi var?
Korkut Boratav: Finansal krizlerde yabancı aktörlerin dışarı çıkardığı dövizin bir bölümü, kredilerini yenilemeyen uluslararası bankalara gitti. Şartlar
değişince kredi muslukları yeniden açılır. Yabancı rantiyelerin (örneğin kurumsal yatırımcıların) Türkiye'den çıkıp, nereye gittikleri, ne zaman geri gelecekleri bilinemez. Buna karşılık, krizle birlikte "yerli" aktörlerin Türkiye'den dışarı çıkardığı sermayenin önemli bir bölümü dışarıda kalır. Bir de, bankalardan çekilip kasalara giren döviz vardır. Bu hareket yurt içinde kaldığı halde, kayıt dışı sermaye çıkışları gibi ("net hata ve noksan" kalemi içinde) hesaba girer. Kriz son bulduğunda da kayıt dışı sermaye girişi olarak hesaba girecektir.
İleri: Son devalüasyon gerçekten tüm milletin yüzde otuz kırk fakirleşmesine mi yol açtı, yoksa belli kesimler bu fakirleşmeden etkilenmedi hatta zenginleşti mi? Özellikle sanayi sermayesi açısından durum ne? Büyük Türk sanayinin aynı zamanda büyük bankaları olan finansal devler de olduğunu göz önünde bulundurursak, büyük sermaye krizden nasıl etkilendi? Sabancı'nın fakirleştiği yönündeki feryatlarını nasıl yorumlamamız gerek? Son banka operasyonlarını da gözönünde bulundurursak, sermayenin daha büyük ellerde birikmesi için kimi rakip ve daha küçük sermaye kesimlerinin tasfiye edildiğini söyleyebilir miyiz?

Korkut Boratav: Devalüasyon dövizle borçlanıp gelir ve servetleri TL cinsinden olan sermaye gruplarına zarar verir; alacakları, gelirleri, servetleri döviz, borçları TL cinsinden olan sermaye grupları ise kazançlı çıkar.

Sakıp Sabancı'nın kişisel varlığının ve borçlarının dökümünü, dolayısıyla hangi kategoriye girdiğini kâğıt üzerinde bilemeyiz ama Sabancı Holding
'in bankacılıkta, ithalatta, ihracatta, sanayide ve yurt dışı yatırımlarda faaliyet gösteren bir dev kuruluş olduğunu biliyoruz. Genel olarak holding-türü örgütlenmeler, sermayeyi faaliyet alanları arasında ve yurtiçinden dışarıya kaydırarak krizlerden kaçıp kurtulma seçeneğine sahiptir. Bu nedenle, Sabancı Holding'in de kriz koşullarına rahatça uyum sağladığını tahmin etmek için falcı olmak gerekmez.
Emeğin ise, krizden kaçacağı yer yoktur. En ağır maliyeti, kriz nedeniyle işsiz kalanlar çeker. İşsiz kalm
ayan emekçi halk katmanları ise gelirleri (ücretler, maaşlar, emekli aylıkları, köylünün eline geçen ürün fiyatları) ise, devalüasyonla başlayan enflasyon sürecini izleyemeyeceği için yoksullaşırlar.
İleri: Krizin sorumlusu olarak gösterdiğiniz IMF programı iki yıl uygulandı. Bu programın ekonomiye getirdiği yükün boyutları neler? Reel ekonomi düzeyinde Türkiye ne durumda? Geleceği ne? IMF ve Dünya Bankası dünya çapında büyük bir tepkinin odağı oluyorlar. Türkiye'de ise hala devletin küçültülmesi üzerine yoğun bir çaba sürüyor? Türkiye krizi aşabilecek mi? Yoksa her bir kaç ayda bir yeni krizlerle mi uyanacağız?
Korkut Boratav: Milli gelir düşeceği için Türkiye yoksullaşacaktır. Finansal kriz yurt dışına net kaynak aktarımı ile sonuçlanacağı için gelirlerdeki gerilemeyi de aşan bir yoksullaşma gerçekleşecektir. Emek gelirleri, bu ortalamaların da ötesinde daralacağı için emekçilerin yoksullaşması daha da fazla olacaktır. Bütün bunların ötesinde, sosyal devletin kurumlarının tasfiyesi, halk sınıflarının sırtına ek bir yük olacak binecektir. Finansal krizler, böylece, sınıflar-arası bölüşüm ilişkilerini sermaye lehine dönüştürecek bir işlev ifa eder.
Krizler, er-geç son bulur; ancak bitim noktasındaki bölüşüm dengeleri, başlangıç noktasından radikal biçimde fa
rklı olur. Bu kötümser öngörünün gerçekleşmemesini sağlayabilecek tek etken, sınıfsal direnmenin politik hayatı etkileyebilecek düzeyde örgütlenmesidir. Ne yazık ki şu andaki yaygın ve şiddetli halk tepkisi, bu türden bir örgütlenme içermemektedir.

Not:Bu yazı ileri 2000 dergisinden alınmıştır

Ülkemizin yaşam değerlerinden arta kalanlarıda bitirmeye kesin niyetli"Endüstri Bölgeleri Hakkında Kanun Tasarısı"nı TBMM gündemine aldırdılar. Sadece sömürü için düzenlenen bu yasa ülkemizin sosyal durumunu,bölgeler arası dengesizliğini ,gerçek manada olması gereken öncelik sıralı hayati taleplerini hiç dikkate almadan sadece en kısa zamanda ,en büyük karı Türk halkının sırtından götürme yasasıdır.

Bu yasanın ülkemizde yaratacağı tarifi ve telafisi mümkün olmayan kötü sonucu sadece işbirlikçiler ve çıkarcılar göremez. Bu yasadan sonra birgün; mahvedilmiş çevre ,çok ucuz kullanılmış emek , sırtından yaratılmış kaynakları teşvik olarak kullanılmış ,sömürüle sömürüle posası çıkartılmış ,sağlığı bile hiçe sayılmışbir halk;doğal;kültürel,tarihselzenginlikleri ile keentleri tahrib edilmişUlusal Sanayi ve Ulusal Üretim velhasıl 1890 ların Duyunu Umumiyesi ile amaçlanan egemenliği sona erdirilmiş bir ülke haline geleceğiz.

Atatürk İzmir İktisat Kongresi'ni açış nutkunda şöyle demişti;

"Bir devlet ki kendi halkına koyduğu vergiyi yabancılara uygulayamaz,bir devletki kendi gümrük resimlerini ve her türlü vergi işlemlerini düzenleme hakkından alıkonulur; bir devlet ki kendi kanunlarına göre yargı hakkını yabancılara uygulayabilmekten yoksundur ;o devlete bağımsız denilemez."

Yarınlarımız olan çocuklarımız ve gelecek kuşaklarımız adına emenet aldığımız ülkemiz ulusumuzun ortak malıdır. Bu kaynaklar üzerinde çok uluslu yabancı şirketlere ve yerli işbirlikçilerine sağlanan bu imtiyaz haklarına karşıyız.

Tüm duyarlı kuruluşları,kitle örgütlerini ve Türk halkını bu yasaya karşı yasal yollarla haklarını korumaya davet ediyoruz.

Ünal ERDOĞAN

USİAD Genel Başkan Yardımcısı

Erinc Yeldan* - Guclu Ekonomiye Gecis Programi Uzerine Degerlendirmeler

* Prof. Dr. , Bilkent Univeristesi Ekonomi Bolum Baskani

Turkiye 2000 yili boyunca uygulamis oldugu "kur cipasina dayali enflasyonu dusurme" programinin ondort aylik bir sure icerisinde iki kez ekonomik krize ugramasinin ardindan 14 Nisan itibariyle yeni bir istikrar programini uygulamaya koydu. Onceleri "ulusal program", daha sonra da "guclu ekonomiye gecis programi"(GEGP) olarak tanimlanan yeni istikrar arayislarinin temel amaci kamuoyuna "... guven bunalimini ve istikrarsizligi suratle ortadan kaldirmak ve ... bir daha geri donulemeyecek sekilde kamu yonetiminin ve ekonominin yeniden yapilandirilmasina yonelik altyapiyi olusturmak" seklinde duyuruldu. Programin hedeflerine gore "eski duzene donmek artik gercekten mumkun degil"di!

Programin arkasinda IMF ve Dunya Bankasi'nin kuramsal ve politik desteginin bulundugu biliniyordu. Nisan ayinin son haftasinda Devlet Bakani Kemal Dervis nihayet bu destegin akceli boyutunu da acikladi. Yil icinde kullanilacak dis kaynak 14.3 milyar dolar olacakti. Ancak iktisat medyasinin bazi yazarlarina gore bu rakam 19.4 milyar dolara degin yukselebilecekti. Bu gelismeler ekonomi basininda bir anda buyuk moral etkisi yapti. Istanbul Hisse Senetleri Borsasi yuzde 15'e yakin deger kazandi; Dolarin TL karsisindaki degeri de yuzde 5 dususe gecti.

Aciklanan dis destek gercekte Turkiye ekonomisinin kriz surecinden cikmasina ne olcude yeterli olacaktir? Bu soruya yanit verebilmek icin aciklanan yeni programin, 1999/2000'in niyet mektuplariyla veya 1998'in IMF yakin izleme anlasmalariyla belirlenen gecmis istikrar onlemlerine gorece ne derece yeni unsurlar icerdigi ve gercekten kalici istikrari saglayabilecek ne tur yeni yapisal donusumleri hedefledigi tartisilmalidir. Yeni programla "guclu ekonomiye gecisin" ogeleri gercekte ne derece yeni, henuz uygulanmamis hedeflerden olusmaktadir? GEGP, son on yilda istikrarsizlik - kriz - yapay buyume - istikrarsizlik sarmalinda bir kisir dongu icinde bocalayan Turkiye ekonomisinin yapisal sorunlarina ne derecede yeni cozumler getirmektedir? Kisacasi, GEGP adiyla anilan yeni program, iktisadi tedbirleri ve hedeflerin kurgusu acisindan ne kadar "yeni" bir programdir? Bu yazi cercevesinde GEGP uzerine bu sorular cercevesinde bir degerlendirme yapilmasi amaclanmaktadir.



Guclu Ekonomiye Gecis Programina Gore Turkiye Ekonomisinin Yapisal Sorunlari

GEGP'nin, kendinden onceki istikrar programi metinlerinden farkli olarak, Turkiye ekonomisinde 1990 sonrasinda olusan temel sorunlara gercekci ve oldukca derin ve kapsamli bir yaklasim gosterdigi gorulmektedir. Nitekim toplam 75 maddeden olusan program metninin ilk 25 maddesi -ucte biri- soz konusu donemin sorunlarinin tespitine ayrilmis durumdadir.



GEGP suregelen krizi baslica iki nedene baglamaktadir: (i) surdurulemez ic borc dinamigi; ve (ii) basta kamu bankalari olmak uzere mali sistemdeki sagliksiz yapi. Nitekim, kamu kesiminde saglikli bir dengenin saglanamadigi 1990'lar boyunca devletin ic borclari hizla menkul kiymetlendirilmeye baslanmis ve hazine bonosu ve tahvil ihraclariyla finansal sektorde pazarlanmistir.



Menkul-kiymetlendirilmis ic borclanma (tahvil ve bono ihraclariyla finanse edilen kamu aciklari) 1990'da ulusal gelirin %7'si iken, bu rakam 1999 sonunda %29.3'e ulasmis durumdadir. Ic borc stokunun bu denli hizla buyumesinin ardindaki en onemli etken, ozellikle 1991'den itibaren ic borc senetlerinin kisa vadeye sikismasidir. Nitekim, bir sene icerisinde kamunun net yeni borclanmasinin, toplam ic borc stokuna oraninin 1992 yilindan itibaren %50'yi astigini gozlenmektedir. Kisa vadede dondurulmesi geregi yuzunden ic borc yuku donem boyunca hizli bir devinim gostermis ve 1993'ten sonra yil boyunca yapilan brut yeni ic borclanma, varolan toplam ic borc stokunu asar hale gelmistir. Bu haliyle kamu sektoru, ic borcunu ancak yeni ic borclanma ile karsilayabilmekte ve ic borc stoku -iktisat yazininda Ponzi-tipi finansman diye adlandirilan- bir kisir dongu icine itilmis gozukmektedir.



Kamu kesimi borclanma gereginin ulusal ekonomiye getirdigi ic borc yuku, faiz odemelerinin hizli artisi ile kendini 1993 yilindan itibaren hissettirmeye baslamistir. Ic borc faiz odemelerinin, gayri safi milli hasilaya orani, 1990'larin basinda sadece %2 civarinda iken, artan ic borclanma temposuna kosut olarak 1993'te %4.6'ya; 1996'da da %9.0'a degin yukselmistir. 1998-sonrasinda yeniden ivmelenen ic borc faiz yuku, ulusal gelirin %15'ini asmis ve 2000 yili istikrar programi altinda da artis egilimini surdurmustur.

Diger yandan, birincil (faiz-disi butce) dengesinde her ne pahasina olursa olsun fazla yaratma kaygisi dogrudan dogruya diger harcama kalemlerine yansitilmis, bu yaklasimdan en buyuk payi da kamu yatirim harcamalari almistir. Iscilik maliyetleri haric tutulursa, konsolide butce toplam yatirim harcamalarinin, 1995'ten bu yana, toplam harcamalarin %6'sini asmadigi gorulmektedir. 1985'de butce harcamalari icinde %20.7'ye ulasan bir paya sahip olan yatirim harcamalarinin 1990'larda hizla geriletilmis olmasi ve 2000'li yillara girerken Cumhuriyet tarihinin en dusuk degerlerine sahip olmasi cok dusundurucu bir gelismedir Buna karsin ic borc faiz odemeleri, 2000 yili itibariyle kamu harcanabilir gelirinin neredeyse tumunu goturmektedir. Bu gelismelere kosut olarak ic borc faiz harcamalarinin, yatirim harcamalarina orani 1992'den itibaren %100'un uzerine cikmis ve 1999'da %638'e yukselmistir. Dolayisiyla kamu, butce harcamalarini duzenlerken ic borc faiz odemesi icin yatirimlarina harcadigi giderin tam 6.4-misli bir pay ayirmaktadir. Kamu yatirimlarinin ic borc servis yuku karsisinda bu sekilde gerilemesi 1990'li yillarin en vahim sonucudur. Oysa, soz konusu yillarda finansal serbestlestirme sureci altinda Turk ekonomisinin yatirim hacminin genislemesi ve ulusal tasarruf havuzunun dogrudan sabit sermaye yatirimlara donusturulebilmesinin daha hizli ve etkin bir bicimde gerceklesmesi bekleniyordu. Burada bu beklentilerin gerceklesmesi bir yana, ic borc tuzagina sikisan kamu sektorunun her sene net yeni ic borclanmasinin ustunde bir ic borc faiz harcama yuku ile karsi karsiya kaldigi gorulmektedir.



Turkiye ekonomisinde 1990-sonrasi doneme damgasini vuran temel iktisadi yapi, 1989'da 32 Sayili Kararname diye de anilan bir adim ile odemeler dengesi sermaye hareketleri uzerindeki tum kisitlama ve denetimlerin kaldirilarak finans piyasalarinin tamamiyla serbestlestirilmesi uzerine kurulmustur. Boylece ulusal finans piyasalari dogrudan dogruya kisa vadeli, spekulatif nitelikli yabanci sermaye hareketlerine bagimli hale gelmis ve ulusal kaynaklarin reel uretken sektorlere sabit sermaye yatirimlari araciligiyla donusturulmesi islevini terk ederek, paradan para kazanmaya yonelik bir kumarhane kapitalizmine (casino capitalism) suruklenmistir. Bu yapi altinda, sermaye kacisi ve dolarin ulusal parayi ikamesi (dolarizasyon) tehditleri dogrudan reel faizlerin yukselmesine yol acmakta; bir yandan da dovizin ucuz tutulmasini gerekli kilmaktadir. Bu surecte artik yuksek reel faiz, dusuk kur sarmali uluslararasi piyasalarca dissal (egzojen) olarak yonlendirilen bir mali arac haline donusmustur. Bu olgu karsisinda ulusal Merkez Bankasi para politikasini surdurebilecegi mali araclar uzerindeki denetimini kaybederek, doviz rezervlerini idare eden bir "muhasebe kurulusu" konumuna indirgenmis haldedir. Ulusal mali piyasalara aktif olarak mudahale etme olanagini kaybeden Merkez Bankasi'nin gercekci bir reel kur ve ulusal kaynaklari yatirim ve buyume onceliklerine gore yonlendirebilecegi bagimsiz bir faiz politikasi izleme olanagi artik kalmamistir. Dolayisiyla Turkiye'nin 1989-sonrasi deneyimi, mali piyasalarin henuz cok genc ve sig oldugu kalkinmakta olan bir ulkede uluslararasi para piyasalarinin spekulasyonuna erken ve denetimsiz bir bicimde eklemlenmenin aci maliyetini sergilemektedir.

Bu tur spekulatif sermaye birikimi, bankacilik kesiminde cok hizli ve sagliksiz bir siskinlik yaratmis ve ornegin, bankalarin toplam aktiflerinin ulusal gelire orani 1990'da %35 iken, 1995'de %41'e, 2000'de de %65'e cikmistir. 1990-1999 arasinda bankacilik kesiminin toplam aktiflerinin reel fiyatlarla artis hizi %13.4 olur iken, ulusal gelir sadece %3.1 reel artis gostermistir. Bu turden bir gelisim cizgisinin Turk finansal piyasalarinca benimsenmis olmasinin biricik kosulu da, kuskusuz, finansal sektorlere saglanan cok yuksek getiri (yuksek reel faizler) sayesinde olagelmistir.



Dolayisiyla 1990-sonrasinin yuksek kamu ic borclanma temposu, yuksek reel faizler ve kisa vadeli uluslararasi sermaye hareketlerine dayali finansal serbestlestirme sureci, bir butun olarak, ayni iktisadi temelin birbirini tamamlayan parcalari olarak degerlendirilmelidir.

2000 Yili Enflasyonu Dusurme Programi Turk Ekonomisinde Istikrarsizligi ve Kirilganligi Arttirmistir



GEGP, niyet mektuplariyla betimlenen 2000-yili kur cipasina dayali enflasyonu dusurme programinin basarisizlik nedenlerine de kanimca gercekci bir yaklasimda bulunmaktadir. Program metninin 19. Maddesi, "uygulanmakta olan kur cipasina dayali para politikasi geregi likidite yaratim mekanizmasinin doviz girisine dayandirilmis oldugu bir yapida dis kaynak imkanlarindaki daralma likidite artisinin da yavaslamasina yol acmistir" diyerek 2000-yili programinin da kirilgan yapisinin altini cizmekteydi. Nitekim 2000 yili boyunca likidite yaratim mekanizmasinin dogrudan dogruya uluslararasi parasal sermaye akimlarinin spekulatif girislerine dayandirma yonundeki tercihin ne kadar istikrarsiz ve hassas dengeler uzerine kurulu oldugu apacik gozler onundeydi. Bu kirilgan yapiya dair bir ornek vermek gerekirse, bu konudaki en temel gostergelerden birinin "kisa vadeli dis borc stokunun Merkez Bankasi uluslararasi rezervlerine orani" oldugu soylenebilir. Kisa vadeli dis borc / MB rezervleri orani, uluslararasi iktisat yazininda bir ekonominin guvenirliliginin en temel gostergelerinden birisi olarak degerlendirilmektedir. Ayrica, soz konusu oranin buyuklugu, uluslararasi ulke deneyimlerinden yola cikarak, bir finansal krizin en onemli oncullerinden birisi olarak kabul edilmektedir.

Elimizdeki veriler, krizin bir on-habercisi olarak degerlendirilen bu oranin Meksika krizi oncesinde (Kasim, 1994) %260; Asya krizi oncesinde de (Haziran, 1997) Endonezya'da %170; Tayland'da %150; Filipinler'de %90; Malezya'da ise %60 degerini tasidigini gostermektedir. Dolayisiyla soz konusu oranin asgari %60 siniri, uluslararasi finans cevrelerinde "kritik" bir esik olarak algilandigi soylenebilir. Turkiye'de ise 2000 yili dez-enflasyon programi uygulamasi altinda bu oranin %100'den baslayarak, Haziran 2000'de %112'ye, Aralik ayinda da %145'e yukselmis oldugu gorulebilmektedir. Oysa, programin uygulayicilari Niyet Mektubu'nda somutlanan hedefler acisindan, kisa vadeli dis borc yukunun olasi artisina kosut olarak Merkez Bankasi rezervlerindeki genislemeyle birlikte bu gostergenin herhangi bir bozulmaya itilmeyecegi savindaydi. Ancak, bankacilik kesimi 2000 yili boyunca uluslararasi doviz kredileri net girislerini 4 milyar 696 milyon arttirarak, 11 milyar 140 milyon dolara degin yukseltmislerdi. Bu surecte Turk bankacilik kesiminin toplam kisa vadeli dis borc stoku 13.2 milyar dolardan hizla artarak 16.9 milyar dolara ulasmisti. Bu arada kisa vadeli borclardaki soz konusu artislar bir yandan da 10 milyar dolara yaklasan cari islemler aciginin bir bolumunu finanse etmekte kullanilmis ve Merkez Bankasi rezervlerinde herhangi bir artis saglamamisti. Dis ekonomik iliskilerdeki bu olumsuz edinimler, IMF'den Kasim krizi sonrasinda elde edilen ve MB rezervlerini desteklemek amaciyla yapilan 4 milyar dolarlik borclanmaya ragmen gerceklesmisti. Elimizdeki veriler 2001 Ocak basinda gerceklesen bu IMF rezerv-destek kredisi olanagi sayesinde kisa vadeli dis borc / MB rezervleri oraninin sadece %112'ye geriletebildigini gostermektedir. Ancak, bu tur dis kaynakli yapay destekler ulusal ekonominin dengelerini ve guvenirliligini saglamaya yetmeyecek ve program Şubat ayinda iflas edecektir.



2000 yili programinda bir diger dengesizlik ulusal ekonominin cari islemler aciginda yasanmisti. Cari islemler aciginin Merkez Bankasi rezervlerine orani 1999 sonunda %5.9 duzeyindeydi. Bu gosterge 2000 boyunca hizla bozulmaya itilmis ve Haziran'da %28'e, yil sonunda da %49.7'ye cikmistir. Cari islemler aciginin ulusal gelire orani ise 1999 sonunda %0.7 iken, 2000 sonunda %5'e yukselmistir.



Bu sartlar altinda 2000 yili boyunca uygulanan enflasyonu dusurme programinin aslinda ekonomik istikrari saglamaya yonelik bir program olmadigi acikca gorulmektedir. Bu anlamda altini acikca cizmemiz gerekmektedir ki, Kasim 2000 uyari ve Şubat 2001 krizleri soz konusu programdan sapmalar nedeniyle degil, bu programin dogrudan izlenilmesi neticesinde ortaya cikan dogal bir sonuctur. Doviz kuru sepetinin bir takvim altinda sabitlenmesi ve bagimsiz para politikalarinin uygulanma olanaginin, Merkez Bankasina getirilen kisitlamalar ile ortadan kaldirilmasi sonucunda ulusal ekonominin spekulatif doviz giris cikislari karsisinda hic bir denetleme ve yonlendirme olanagi bulamayarak, basibos bir ortamda dengesizlige suruklenmesi kacinilmazdi. Bu anlamda 1999 Aralik tarihli Niyet Mektubu'nda somutlanan program aslinda sadece bir enflasyonu dusurme programi olarak kalmakta, bir istikrar programi olma niteligini ise tasimamaktaydi. Bilakis, program ulusal ekonominin para piyasalarina ve dis dengelerine enjekte ettigi istikrarsizlik unsurlari sayesinde zaten kirilgan olan makroekonomik yapinin istikrarsizligini daha da arttirmis olmaktaydi.



Gegp'nin Makroekonomik Hedefleri

GEGP ana cercevesiyle tespit ettigi bu yapisal sorunlara ne tur cozumler onermektedir? GEGP'nin temel amac ve araclari arasinda su goruslere yer verilmektedir: (i) Dalgali kur sistemi icinde enflasyonla mucadelenin kesintisiz ve kararli bir bicimde surdurulmesi; (ii) Bankacilik sektorunde hizli ve kapsamli bir yeniden yapilandirma; boylece bankacilik kesimi ile reel sektor arasinda saglikli bir iliskinin kurulmasi; (iii) Kamu finansman dengesinin bir daha bozulmayacak sekilde kurulmasi; (iv) Toplumsal uzlasmaya dayali, fedakarligin tum kesimlerce adil bir bicimde paylasilmasini ongoren ve enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikasinin surdurulmesi... (Madde 29).



Ancak, yukaridaki satirlarda yapisal kaynaklarini vurguladigimiz kirilgan ve istikrarsiz unsurlar ekonomiden nasil temizlenecektir? GEGP sorunlara gercekci bir tespit yapmasina karsin, cozum onerilerinde son derece muglak ve yetersiz hedefler gozetmekte, sorunlari nitelendirmede gosterdigi beceri ve cesareti bu sorunlarin cozumune iliskin hedeflerin konulmasinda gosterememektedir.

GEGP bankacilik kesiminin yurt disindan hicbir denetleme ve yonlendirmeye tabi olmadan yapilan spekulatif nitelikli dis borclanmanin onune gecebilecek hicbir duzenleme onermemektedir. Bunun tersine, program metninin 33. maddesinde "bankalardaki mevduat ve bankalarin diger yukumluluklerine yonelik olarak ilan edilen garanti uygulamalarina devam edilecektir" onermesiyle bankacilik kesiminde yaratilan ahlaki tehlikenin (moral hazard) varligini surdurmesine seyirci kalmaktadir. Ancak, bu guvencenin varligi bankacilik kesiminin sicak para girisleri araciligiyla denetimsiz dis borclanmasinin en onemli unsurlarindan birini olusturmakta ve finansal kirilganligin artmasinin yapisal kosullarini hazirlamaktadir.



GEGP makro ekonomik hedefleri arasinda ic borc dinamigine iliskin olarak 2000 yilinda %4.6 olan konsolide butce faiz disi fazlasinin ulusal gelire oranini 2001 yilinda %5.1 duzeyine yukseltmeyi hedeflemektedir. Bunun icin de faiz disi harcamalardaki nominal artisin ulusal gelirin nominal artisinin altinda tutulmasina ozen gosterilecegine (madde 66(i)) isaret edilmektedir. Ancak bu hedeflere ulasmak icin servet vergisi veya net aktif vergisi turunden yeni hicbir duzenlemeye gidilmeyerek, hedeflenen faiz disi butce fazlalarinin oncelikle kamu harcamalarindaki daralmayla karsilanmasi planlamaktadir. Oysa, 2000 itibariyle kamu harcanabilir gelirinin neredeyse tamamina ulasan ic borc faiz odemelerinin yukunun faiz disi harcamalardaki kisintilarla azaltilamayacagi 2000 yili butce uygulamasi sonucunda cok yalin bir gercek olarak gozlenmis durumdadir.



Kamu yatirimlarinin toplam butce harcamalari icindeki payinin sadece %5 civarinda oldugu, dolayisiyla burada daha fazla bir tasarrufun soz konusu olamayacagi aciktir. Butce vergi gelirlerinin neredeyse tumunu yutan faiz odemelerinin yuku uzerine hicbir duzenleme dusunulmezken, tartismalarin butce harcamalari icinde (1999 yili itibariyle) sadece %10'u civarinda pay tutan KIT sistemi ve sosyal guvenlik sistemine yapilan transferler uzerine yogunlastirilmasi, son derece maksatli, ya da en azindan hedef saptirici bir yaklasim olmaktadir. Kisacasi devlet bu haliyle butcesini yatirim veya buyume icin degil, bir gelir transferi araci olarak kullanmaktadir. Baska bir ifadeyle, devlet butcesi artik sosyal altyapi ve ekonomik buyumeyi degil, finans piyasalarina kaynak transferini yeniden duzenlemenin bir araci haline donusmus gozukmektedir.



Dolayisiyla, kamu kesimince surdurulemez konumda olan ic borc dinamigi devletin ekonomi icindeki "buyuklugunden" degil, faiz harcamalarinin -finansal sistemin kisa donemci, spekulatif nitelikteki isleyisinin mantigi acisindan- son derece yuksek olmasindan kaynaklanmaktadir. GEGP, bu haliyle, ic borcun surdurulemez oldugu konusundaki tespitine gercekci bir cozum getirememektedir. Bu konuda yapilmasi gereken somut adim ise ic borcun stokunun mali sisteme ve giderek tum reel ekonomiye olan yukunu azaltmak icin Hazine, Merkez Bankasi ve bankacilik kesimi arasinda borcun vadesini uzun doneme yayan ve bu borcun reel faiz yukunu dusuren bir duzenlemeden gecmektedir. (Bu konudaki oneri ve uyarilar Nisan basinda kamuoyuna sunulan Emek Platformu program bildirgesinde de somutlanmisti).



Bu turden bir duzenlemenin Turk mali sistemini uluslararasi sermaye hareketlerinin spekulatif denetimine sokan 32 sayili kararnamenin sagladigi basibos finansal serbestinin onune gecilmesiyle de desteklenmesi gereklidir. Turkiye'nin, gunumuzdeki kirilgan ve sig finans piyasalarinin yapisi ile, 32 sayili kararnamenin yarattigi fantezi dunyasinin ekonomik maliyetlerine -"kuresellesen dunyayla butunlesme" gibi ici bos sloganlarla- seyirci kalinmasina tahammulu kalmamistir. Bu konuda yabanci sermaye girislerinin vadesini orta-uzun doneme yayici ozendirmeler ve kisa vadeli sermayeyi caydirici vergi, tayinlama gibi unsurlarla denetlenmesi ve yonlendirilmesi amacini guden iktisadi tedbirler dusunulmeli ve uygulamaya konulmalidir. Aksi halde Turk mali ve reel sektorleri arasindaki kopukluk daha da derinlesecek ve Guclu Ekonomiye Gecis Programi da, daha onceki "istikrar" metinlerinde oldugu gibi, sadece iktisadi sorunlarin varliginin ifade edilmesiyle yetinilen, ancak bunlarin yapisal cozumlerine iliskin somut hicbir adimin atilmadigi bir belge olarak kalacaktir.
Bu anlamda, yazimizin basindaki soruya geri donersek, 14 milyar dolarlik dis kaynak girisi ekonomiye gecici ve yapay canlilik sunmaktan oteye gidemeyecek ve ulusal tasaruflarin, sabit sermaye yatirimlari araciligiyla reel uretim sektorlerine kazandirilmasini engelleyen spekulatif kokenli, kisa vadeli finansal kazanclarin ozendirilmesinin onune gecilmedigi surece Turkiye ekonomisi kalici bir istikrara ve surdurulebilir bir kalkinma surecine ulasamayacaktir.

Ileri Dergisi 4. Sayi (Mayis/Haziran 2001

KAREN FOGG TÜRKİYE NASIL HİZAYA GELİR

ÜÇÜNCÜ MEŞRUTİYET AYDINLARI

Sayın ziyaretçilerim bana her konuda görüşlerinizi bildirip yazabilirsiniz ve yazılarınızı bu sayfada görebilirsiniz.

Y  A  Z  I      Y   O  R  U  M