Bu sayfanın hazırlanmasındaki amaç, insanları sömürenlere bir tepkidir. Hiçbir kişisel faydam olmayacağı gibi, bu sayfayı hazırlarken birsürü vakit kaybetmiş bulunuyorum, mesleğimle ilgili şeyleri öğrenemiyorum. Ama bunu yine de kendime bir görev biliyorum. Bizler icabında bu ülkenin gelişimi için bazı fedakarlıklar gösterebilecek insanlarız. Sizlerin de aramız katılmasını ve Ülkemizi hakettiği yere getirmek istiyoruz. Camilerde hoparlerlerin sesini yükseltmek ve yeni camiler,kuran kursları açmak ülkemize ne derece faydalı olur.

Diyanet işlerinin kapatılmasını, her yıl bütçeden ayrılan yüzlerce trilyonun imamlara, camilere ,kuran kurslarına değil de eğitime ve bilime aktarılmasını istiyoruz.Demoktatik ve laik bir eğitim için destek verin

Tüm cahillere: Basit insanlar genellikle kendilerinin anlama yeteneklerinin üstüne çıkan herşeyi reddeder.

Tüm dar kafalılara: Elinizdeki tek araç çekiçse çevrenizdeki herşeyi çivi olarak görürsünüz

Tüm aptallara: Akıllı kişi aklının efendisi olur, aptal ise onun uşağı.

Tüm inananlara: İnsanları inandıklarından vazgeçirmek, onları bir şeye inandırmaktan daha zordur.

Kuran'ı okumadığı halde islamı savunanlara: Önce kuranı oku, başkalarının aklıyla hareket etme

Mutluluğu öteki dünyada arayanlara: Mutluluk varacağınız bir istasyon değil, bir yolculuk biçimidir.

Kadercilere: Yaşamının gidişini değiştirmek istiyorsan, düşüncelerini ve kafa yapını değiştirmelisin.

Duyduklarına hemen inananlara: Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye inanmayınız; birkaç kuşaktan beri itibar görüyor diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanamayınız. Sırf rahiplerinizin veya hocalarınızın otoritesine dayanıyor diye de hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul etttiğiniz, kendinisizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun.(BUDA)

Düşünme gücünü kaybetmişlere: Düşünmeyi engelleyen 4 öğe;

1- Dogmalar, peşin yargılar, şartlanmalar

2-Reklam ve propaganda

3-Mantık zincirinin yarı yolda kesilmesi

4-Yalnız duygularının etkisi altında kalmak

Şimdi size bir yazı sunuyorum, inanın ben bile okurken tüylerim diken diken oldu, gözlerim doldu, okurken bir yandan da Apocalyptica'nın "Nothing Else Matters" şarkısını dinliyordum, içimi daha da ürperti kapladı, çok ilginçti okuduklarım, işte size(eğer doğruysa Muhammed'in itirafları). Çok tuhaf çoook. Muhammed'e müthiç bir saygı duydum, acıdım ona. Bu sayfanın çoğunu hazırlamıştım bu yazı elime geçtiğinde ve kuran ve islam ile hafiften dalga geçip eleştirdiğim için utandım. Ya eğer gerçekten doğru bir yazıysa bu yazı (belki bizim ateistlerce uydurulmuş olabilir, doğruluğunu henüz araştırmış değilim, böyle birşeyi hiç de duymamıştım çünkü) müthiş bir değerdedir o zaman. İnanın o adam, bence olağanüstü bir insan, Atatrük'ten sonra 2 numaralı adamım oldu artık benim. Bundan sonra kesinlikle okumam dediğim Kuran artık benim bir numaralı efsane kitabım olacak, hakikaten de öğle, olağanüstü güzel bir kitap(içindeki çelişkileri bir an için düşünmeyin). Çok bilge, çok iyi adammış Muhammed, bilmiyorum artık ne diyim ya. Zaten onun ilerici niteliğine Muhammed bölümünde değiniyorum. Herneyse size tavsiyem, sayfadaki tüm bilgileri okduktan sonra bu yazıyı geceleyin sessiz bir ortamda ama dediğim müzik eşliğinde veya benzeri bir müzikle okumanız.

Ateizm nedir?

Ateizm, bir tanrının varlığına olan inançsızlıktır.

Kelime anlamı olarak; teizm, teoloji, teolog gibi terimler dinsel inancı ve tanrısallığı temsil ederler. Tanrısallığı ve fizik ötesi inançları reddeden bu görüş, bunların başına bir "a" eki alarak "A-teizm" şeklinde ortaya çıkmıştır. Ateizm, insanın kendi kendisini kandırmasına karşı doğmuş bir kaçınılmaz tepkidir.

Ateizm sanıldığından daha geniş bir kavramdır. Bunun nedeni çoğunlukla "tanrı" kavramının geniş olmasıdır. Bazı ateistler varolmayan tanrıları sınırlar. Örneğin "islamiyetin tanrısı yoktur" derler, ancak evreni yaratan başka bir tanrının olabileceğini reddetmezler. Buna "zayıf ateizm" denir. Bazıları ise tartışmasız ve istisnasız tüm tanrıların varlığını reddeder ve bunun mümkün olamayacağını savunurlar. Buna ise "güçlü ateizm" denir.

Güçlü ateizme, tanrının yokluğuna inanmak, Zayıf ateizme de tanrının varlığına inanmamak denebilir. Bu ikisi farklı şeylerdir. Tanrının yokluğuna inanmak; "asla hiçbir tanrı varolamaz" demektir. Tanrının varlığına inanmamak ise; "belki bir tanrı olabilir, ancak olabilecek tanrı bu değildir" demektir. Bu ikinci görüş de Agnostisizmi ve deizmi kapsar.

Agnostisizm nedir?

Agnostisizm resmi olarak ilk defa 1800'lü yılların sonunda ünlü biyolog T. H. Huxley tarafından ortaya atılmıştır. "Bilinmezcilik" olarak da tanımlanır. Agnostisizm, tanrının varlığının "bilinemez" olduğunu savunur. Dinlerin tarıdan gelmediğini söyler ve dinlerin tanrısını da reddeder ancak başka bir tanrının, bir yaratıcının varolup olmadığının hiçbir zaman bilinemeyeceğini söyler. Bu bakımdan agnostisizm kendini, "kesinliklikle tanrı vardır" diyen teizmden de "kesinlikle tanrı yoktur" diyen ateizmden de ayrı tutar.

Deizm nedir?

Deizm tanrıya inanan din karşıtlığıdır. Dinlerin tanrıdan gelmediğini söyler fakat başka bir tanrının varlığına inanır. Deistlere göre tanrı vardır, fakat dünyaya bir inanç sistemi indirmiş değildir.

Deizmin psikolojisinde dini sistemlerin gösterdiği tanrının yadsıması yatar. Bir deist, çocukluğundan beri hayalini kurduğu ve belirli bir yaştan sonra kafasında şekillendirmeyi az-çok başardığı tanrı imajını ona gösterilen hiçbir dini kitapta bulamaz. O böyle bir kitabın yazarının kendi tanrısı olmadığına emindir. Bu yüzden aslında tanrının yeryüzüne hiçbir dini inanç indirmediğini farkeder. Deistlerin tanrı inancından vazgeçememesinde derin psikolojik nedenler veya evren ve canlılık ile ilgili sorular yatabilir. Ancak bir deist genellikle dini inançların tümünü reddetmesi ve tanrıya "tapmaması" bakımından teizme uzaktır.

Pekçoğuna göre deizm, agnostisizm yada panteizm (dini ideolojiyi zararlı bulan HER sistem) ateizm yolunda birer duraktır. Ateizm haricindeki bu düşünce sistemleri çelişkiler taşımaktadır ve kalıcı değildirler, yerlerini zamanla ateizme bırakırlar.

Panteizm nedir?

Bunların haricinde bir farklı görüş de panteizmdir. Bu felsefe ise tanrının, evrenin kendisi olduğunu savunur. Panteistler evrende varolan herşeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar... ) aslında bir bütün olarak tanrıyı oluşturduğunu söyler. Bu bakımdan evrende ceryan eden her olay, her hareket aslında direk olarak tanrının hareketidir. Bu görüşün ilginç ve vurucu bir sonucu da insanın da tanrının bir parçası olduğudur.

İki farklı "ateizm"

"Ateizm" kelimesinin, biri dar, diğeri geniş kapsamlı, iki farklı şekilde tanımlandığı söylenebilir:

Birinci olarak "ateizm"; sadece "tanrı" inancını reddeden ve buna kesinlikle karşı çıkan bir "uç" felsefedir. Dinlerin, tüm evreni yaratan bir "tanrı"dan geldiğini reddeden diğer akımlardan ayrılır. "Tanrı kesinlikle yoktur" demeyen hiçbir düşünce "ateizm" olarak adlandırılamaz.

İkinci "ateizm" ise; içinde deizmi, panteizmi, agnostisizmi de barındıran bir yaklaşımdır. Yani bu tanımında ateizm, "teizme karşı" çıkan her öğretiyi kapsar. Dinin kendisine karşı olunduğu her zaman bunun adı "ateizm" olur. Buna göre; din ve tanrı inancı konusunda, "teizm olmayan" her görüş "anti-teizm"dir, "a-teizm"dir.

Ateizmin, ikinci tanımıyla ortaya çıkışının bir nedeni de; çoğu deist, agnostik ve panteistin zamanla kendilerini "ateist" olarak tanımlamasındandır. Önceden dinlere karşı olduğu halde "ateist olmadığını" söyleyen çoğu insan bir süre sonra artık ateist olduğunu söylemeye başlar. Bu bakımdan ikinci tanımın yanlış olduğu söylenemez.

Ateizmin uç noktası ve diğer din karşıtı felsefeler birbirine yakındır. Dinler ise bütün bunlara uzaktır.

Ateizm bir din midir?

Kesinlikle hayır. Ateizm bir din değil, dinsizliktir, dinden kurtuluştur, dinden çıkıştır. Dinle ateizm en uzak iki noktadadır. Bu konuda söylenmiş ünlü bir söz derinlikle herşeyi açıklıyor:

"Dinsizlik bir dinse, sağlıklı olmak bir hastalıktır"

Eğer bir ateizmi (yani dine en uzak olanı) dahi din olarak nitelendirecek olursak "din" kelimesi anlamını, özelliğini yitirecek, içi boşalacaktır. Ateizm bir dinse, dünyada dinsiz insan yoktur. Bu durumda "din" kelimesi herkes için farklı anlamlara gelir ve ortada tartışılacak birşey kalmaz. Ateizm bir din değil, dinden sıyrılıştır. Tabulara, dogmalara, hurafelere karşı bir sorgudur.

Tanrı yoksa, evreni kim yarattı?

Hiçkimse. Doğrusunu söylemek gerekirse buna benzer "ilk önce ne vardı?" türü sorular sormak ve bunlara cevap aramak gereksizdir. Pekala evrenin yaratılmamış, daima varolagelmiş olduğu kabul edilebilir. Evren bir eser değil, bütün eserlerin etkenidir.

Eğer "herşeyi bir yaratan vardır, varolan herşey bir yokluk aşamasından geçmiştir" gibi varsayımlarla hareket edecek olursak "tanrıyı kim yarattı? tanrıyı yaratanı kim yarattı?" gibi sorularla ve sonsuz bir yaratan zinciriyle karşılaşırız. Bunun için görünen, ortada olan ve somut olan en kapsamlı varlıkta noktayı koymalıyız. Ki bu da tanrı değil evrendir.

Bu kadar kusursuz bir doğa kendi kendine mi oluştu?

Bu sorunun cevabı doğal seleksiyonda gizlidir. Evrende sürekli bir doğal seleksiyon işler. Kötü olan, aksaklıklar içeren sistemler hızla yokolur. Bir biyolojik sistemin içinde ne kadar az kusur bulunuyorsa ömrü de o oranda uzun olur. Bunun yanında doğa, düzeni korur, kaosu eler.

Evende küçük bir düzen, büyük bir düzene; küçük bir düzensizlik ise, büyük bir düzensizliğe dönüşmeye eğilimlidir.

Şöyle düşünün: içinde yaşadığımız güneş sistemi benzeri bir yaşamsal sistemin oluşma olasılığı çok düşük de olsa vardır. Ve evren, yaşamı oluşturacak yada oluşturmayacak bütün olasılıkları deneyecek kadar vakte, ortama, ve malzemeye sahiptir. Olasılık ne kadar küçük olursa olsun, olasılığın varlığı evrenin bu olasılığı bulması için yeterli bir koşuldur.

Ayrıca elbette dünyanın bugünkü hali rasgele birdenbire oluşmuş değildir. Bu çok aşamalı, uzun bir süreçtir. İlk oluşan şey, bugünkü doğa, hayvanlar yada bir hücre değil, bunların oluşmasına izin verecek bir tetiktir. Hücrenin yapısına bakarak elbette bunun birden bire oluşamayacak kadar karmaşık yapıda olduğunu görürüz. Bu karmaşıklık onun "yaratılmış" olabileceğini kanıtlamaz, aksine bunu reddeder. Yavaş yavaş ve aşamalı olarak oluştuğunu gösterir. Örneğin birkaç yıl önce mitakondrinin, önceden ayrı bir hücreyken, bugünkü hücrenin yapısına sonradan girdiği keşfedildi. Bu olay evrime bir kanıttır. (Adem'in vücut hücrelerinde de mitakondri vardır. Dolayısıyla Adem bir "ilk" olamaz. Tabii aynı şey bugün yaşayan tüm canlılar için de geçerli. Mitakondri vakasının çok "geniş" sonuçları vardır.)

Sonuç olarak "doğa kendi kendine oluştu" demek, "biri çıkıp, onu yarattı, yoktan var etti" demekten her koşulda daha tutarlıdır. Akla ve mantığa daha yatkındır.

"Raslantılar bir sineği bile yaratamazlar"

Evet. Hayatın başlangıcı yada evrimin işleyişi konusunda yapılan tartışmalarda çok kullanılan bir kelime de "raslantı"dır. Ancak bilim raslantılarla ilgilenmez. Bu konuyu sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için önce "raslantı" kelimesine bakmalıyız.

Doğada hiçbirşey raslantı eseri değildir. Evrende ceryan eden her olay, kuralları kesin kanunlara ve alternatifsiz olgulara bağlıdır. "Raslantı", henüz işleyişini tam olarak analiz edemediğimiz ve kurallarını açıkça ortaya koyamadığımız hareketlerde kullanılan bir "joker" kelimedir. Bir atom zerresinin en ufak bir hareketi bile "kesin" kurallara bağlıdır ve bu kuralların dışına çıkmaz. Bu bağlamda canlılığın oluşumu ve evrim de hiçbir şekilde raslantı ile ilgili değildir ve şartlar uygun olduğunda bir zorunluluktur.

Elinize bir zar alın ve atın, zarın 6 gelmesi bir raslantı yada şans değil, -uygun şartlarda- bir zorunluluktur. Zarı atarken elinizin hareketinin zara vediği kinetik enerji, bu enerjinin mutlak yönü, zarı oluşturan materyal, zarın atomlarındaki diziliş, zarın özkütlesi, fiziksel yapısı, ısısı, ağırlığı, hacmi, atılan zeminin materyali, yüzey yapısı, sıcaklığı, özkütlesi, sürtünme katsayısı, ortamdaki havanın sıcaklığı, moleküler yapısı, yoğunluğu, enerjisi, hareketi, ortamdaki çekim kuvvetleri... ve bilimin -henüz- keşfedemediği daha pekçok faktör, biraraya gelerek zarın 6 gelmesini "zorunlu" kılar. Bu bir "tesadüf" değil "zorunluluk" tur. Yakın bir gelecekte bilim, zarın 6 gelmesiyle ilgili "tüm" şartları labaratuvar ortamında yaratıp, her atılışta 6 gelen hilesiz bir zarla oynayacak konuma gelecektir. Bu olay bilimin "raslantıyı yenmiş" olduğunu değil, eskiden bilmediği bazı kuralları "farketmiş" olduğunu gösterecektir.

Yanılgılar, Sayıklamalar, Mutlak saçmalıklar

Dinlerde ve Tanrı inancında, insanların çoğunun hataya düştükleri bir konu da "mükemmellik"tir. İnsanlar doğadaki ve kendilerindeki düzenin kusursuz olduğunu, bu sistemin rastlantısal olamayacağını, ancak bir yaratıcının eseri olabileceğini düşünürler. Aslında bu görüş dünyadaki subjektifliğin doğal ama yanlış bir sonucudur.

"Mükemmellik ve Düzen" Yanılgısı

Doğada çoğunlukla kaos yerine düzenliliğin üstün gelmesi kaçınılmazdır. Çünkü kaos olan her yer yok olur. Dünya şu anda ayaktaysa, insan nesli tükenmemişse, doğada denge varsa, bütün bunların olabilmesi için tek şart kusursuz bir düzendir. Yani "insan ne kadar kusursuz; demek ki tanrı vardır" demek mantıksızdır. Çünkü eğer mükemmel olmasaydı zaten "insan" olmazdı. İnsan, mükemmel olmaya zorunludur, mahkumdur. Başka bir şansı yoktur.

Evren big-bang'den(yani başlangıçtan) bu yana dört bir tarafında sistemler denemiştir ve denemektedir. Bu denemeler o kadar geniş bir alanda(sonlu mu sonsuz mu olduğu tartışılacak derecede büyük), o kadar uzun süredir, o kadar fazla çeşitlilikte yapılmaktadır ki, ortaya çıkan ihtimallerin sayısı sonsuza çok yakındır. Bu sistemler(yıldız sistemleri, galaksiler, gezegenler...) arasından sadece kusursuz olanlar ayakta kalır. İşleyişinde aksaklık olanlar ise yok olur. Ancak "sadece kusursuz olanlar" ın sayısı bile, sonsuza yakın ihtimaller sözkonusu olduğunda: milyarlarcadır. İşte üzerinde din tartışmalarıyla dünya denen küçük gezegen de bu milyarlarca "rastlantısal mükemmel" sistemlerden sadece biridir.

Doğal seleksiyon, düzeni korur, kaosu eler

Evren için geçerli olan "sadece kusursuzların ayakta kalması" ilkesi dünya yüzeyinde de geçerlidir. Doğada içgüdüsel olarak canlılar "hayatta kalmak" ister. Bu yüzden zor anlarda(örneğin besin azlığı yada yer darlığı gibi) hayvanlar büyük bir mücadele içinde sadece kendi hayatları için savaşırlar. Sonuçta doğal olarak; sadece en güçlüler, en akıllılar ve en dayanıklılar hayatta kalır ve aciz olanlar ölür. Bu "en güçlüler", bütün iyi özelliklerini genetik yolla sonraki nesillerine aktarırlar. İşte bu "doğal seleksiyon"dur. Yani güçlü olanlar hayatta kalmak, hayatta kalanlar güçlü olmak zorundadır.

Dinsel söylemler

Türkiye'deki din ağırlıklı kanallardan ikisi olan Kanal 7 ve Samanyolu televizyonlarında sık sık belgeseller yayınlanıyor. (bu belgeseller yurt dışından alınmış ve değişik şekilde yeniden seslendirilmiş. Örneğin programın orjinal sesinde sık sık "evolution"(evrim) kelimesi duyulurken, Türkçe seslendirmede en çok "yaratılış" kullanılıyor!)Bu programlarda doğa anlatılıyor, düzen vurgulanıyor ve sonuçta herşey Allah'a bağlanıyor.

Örneğin "havadaki oksijen ve azot oranı dengededir, eğer oksijen biraz daha fazla olsaydı dünyada insanlar ne acılar çekerlerdi, oksijen zehirlenmeleri olurdu: şüphesiz ki Allah hakkıyla herşeye kâdirdir" gibi cümleler sarfediliyor.

Ancak eğer oksijen oranı -önceden beri- yüksek olsaydı, zehirlenmelerin ya da acı çekmelerin ötesinde bir şeyler olurdu,

temelde iki ihtimal var:

1-Oksijen, hayat için uygun olmayacağından; yeryüzünde "hayat" olmazdı. Dolayısıyla acı çekecek, zehirlenecek vaktimiz de olmazdı.

ya da

2-Oksijen fazlalığı sonucunda bir doğal seleksiyon işler, ve yüksek oksijenle yaşayabilen canlılar hayatta kalırdı. Diğerlerinin(örneğin insanların) ise nesli tükenirdi, bu günlere gelemezdi. Bugünkü ekosistem sadece yüksek sevide oksijenle yaşabilen canlılardan oluşurdu. Sonuçta yine ortada acı çekip, zehirlenen canlılar olmazdı.(Kim bilir belki o zaman da bu canlılar "eğer oksijen seviyesi düşük olsaydı halimiz ne olurdu, acı çekerdik. Tanrıya şükürler olsun" diyeceklerdi!)

Örnekler çoğaltılabilir.("dünyanın yörüngesi ne kadar ince 'ayarlanmıştır': Allah'ın gücü her şeye yeter" gibi). Ama doğadaki bütün benzer düzenliliklerin inanılmazlığı, yine aynı şekilde kolayca çürütülebilir.

Sonuç olarak doğaya bakıp Allah'ı görenler ve bir yandan da diğerlerini körlükle suçlayanlar büyük bir yanılgı içindeler. "kusursuzluk ve düzen", doğada olması gerekendir. Doğanın varoluşunun şartıdır. Çevrede kaos yerine düzenin hakim olması, doğanın kendisinden daha doğaldır.

Ateizm İnsanlara Ne Söyler; Ateizmin İlkeleri:

-- Tanrı Yoktur: "Tanrı", "Yaratıcı", "Allah", "Yaratan"... veya adına ne derseniz deyin; Tanrı inancı hayal ürünüdür ve Tanrı yoktur! Evreni yaratan bir tanrının var olabileceğine ihtimal vermek toplumlar arası huzursuzluk ve kargaşa sebebidir, kin ve düşmanlık anahtarıdır, insanı "insan" olmaktan uzaklaştıran, ondan bir "robot", bir köle yapan kokuşmuş, karanlık bir dogmadır. Bir tanrıyı varsaymak, bilimin y=x2 gafiğiyle ilerlemeye devam ettiği her saniye, daha da komik olmaktadır. Bir tanrıya inanmak gereksizdir, en doğrusu onu hiç düşünmemektir.

-- Dinler Gereksizdir: Olgun bir insan için hiçbir dini inanç gerekli değildir. İnsan kendi kendisinin tanrısıdır. Din, kişisel özgürlüğü hayatın her alanında yok etmeye yönelik bir silahtır. Dinsel dogmalar cahil halkın düşünsel hayatını yıkıp yok etmek ve ondan tam bir köle üretmekten başka bir işe yaramazlar. Bir dine bağlanmış kişiler; örümcekleşmiş beyinleriyle ve kafalarına yapışmış at gözlükleriyle daima kendi inançlarını haklı bulan, diğer tüm inançları "kaka" ilan eden birer sabit fikirlilik abideleridir.

-- Metafizik Hikayedir: Çoğu kez insanları etkilemek ve onların üzerinden para kazanmak yada bir topluluğun dikkatini çekmek adına ortaya atılan fizik ötesi tecrübelerin tümü asılsızdır. Mucizevi, efsanevi, inanılmaz görünen bütün olayların arkasında bilimin mum ışığında parıldayan fizik kanunları ve olağan etkileşimler vardır. Evrenin hiçbir yerinde madde, kendi sınıfının fizik kanunları dışında "bilimselliğe zıt" bir eylemde bulunamaz. Doğa, ancak ve sadece "doğal" nedenlerle açıklanabilir. Gelmiş geçmiş tüm büyücü, falcı yada cinciler -üç türlü- yalancıdırlar: ya etraflarındakileri kandırırlar, ya kendilerini kandırırlar, yada ikisini birden yaparlar...

-- Akıl Esastır: Dini hurafelerin yerden yere vurdukları, her geçen gün "güvenmeyin, sizi zora götürür" dedikleri "akıl", tam bir hazinedir. İnsan aklı, "insan" olmanın verdiği en yüce değerdir. Kendi aklına şüphe ile yaklaşmak deliliktir. Hayatın her alanında tek mutlak başvuru kaynağı odur. Dini inançların kokuşmuş mitoslarına karşılık akıl, insanı bugünkü uygarlık ve teknoloji düzeyine getiren yegane değerdir. Muhakeme etmek ve aklını kullanmak yerine başkasının aklına güvenen bir kişiden insanlık adına hiçbir olumlu aktivite beklenemez; çünkü o bu haliyle doğadaki çoğu hayvandan daha değersiz, iğrenç bir asalaktır.

-- Bilim Kaynaktır: Uygar, gelişmiş bir insanın tek kaynağı, tarafsız, mutlak ve sorgulayıcı, pozitif bilimdir. Hiçkimsenin tekeline ait olamayacak derecede büyük olan bilimin içyüzünde; merak eden ve araştıran birey bulunur. Bir dini dogmanın "günah" duvarları arasında sıkışıp kalmış hiçbir gerçek bilim adamı yoktur. Dinsel safsatanın bütün itirazlarına rağmen bilim, din ile aynı kulvarda olamayacak kadar özgürdür. Tüm hurafelerin ve boş inançların "ezip geçicisi" odur. Bilim bütün dogmaların korkulu rüyasıdır; çünkü onda insan aklının özü, insan mantığının kendisi vardır.

-- Sağduyu Anahtardır: İnsan mantığı ve sağduyusu, çelişkiye düştüğü her durumda onun tek kurtarıcısı olmuştur. Aktif hayatın ve etrafımızda bize empoze edilmeye çalışılan bütün ideolojilerin, inançların arasında elimizde tuttuğumuz, "gerçekten bize ait" olan tek pusula; kendi sağduyumuzdur. İnsanın hiçbir zaman yanından eksik etmemesi gereken ve her fırsatta kullanacağı yegane araç o olmalıdır. Sağduyusunu ve mantığını sürekli aklında tutan ve hiçbir zaman unutmayan insan, bütün kalıplaşmış, tabulaşmış dogmalara karşı kendi donanımına ve kendi kararlılığına sahip demektir. Sağduyu, insanı, içine düştüğü ideolojiler ve dayatmalar kuyusundan çıkaracak olan yardım halatıdır.

Özet: Mantık, Mantık, Mantık...

Etrafındakiler ne söylerse söylesin, onu ne şekilde etkilemeye çalışırsa çalışsın, insanın en SağlaM dayanak noktası her zaman için; kendi mantığı olmalıdır. Çevrede pekçok kişi bağlı olsa dahi; doğrular ve yanlışlar, "ak"lar ve "kara"lar üzerine kurulu bir grup "ilkeler bütünü"nü, insan, hiçbir zaman toptan kabul etmemelidir. Kendi kendisine sormadan hiçbir kalıplaşmış ideolojiye bağlanmamalıdır.

Olgun ve sağlam kişilikli her insan, diğerlerinden farklı ve kendine özel bir "izm"in dünyadaki tek temsilcisidir...

Tanrı inancı neden sorundur?

Ateizmin tarih boyunca çeşitli zamanlarda güçlenerek bazen de zayıflayarak sürekli var olduğu doğrudur. Ateizmin varlığı ise teizmin varlığına bağlıdır. Ateizm geçici bir ideolojidir, çünkü teizm geçicidir. (İnsanlık "Bilim Çağı"na tam olarak girdiği zaman dinlere ihtiyaç kalmayacaktır. Boş inançlar, yerini gerçekçiliğe ve mantıklı bilgiye bırakacaktır. Nietzsche'nin "Üstünİnsan"ı -er yada geç- doğacaktır.)

Ateizmin güçlendiği zaman bunun nedeni, dini inancın getirdiği zararın belirginleşmesidir. Sorun "Tanrı var mıdır yok mudur?" sorunu değil, sorun "Tanrıya inanmak yararlı mıdır zararlı mıdır?" sorunu olur. Bir ateist, içinde yaşadığı ortamda meydana gelen ve kaynağında din bulunan tersliklerden şikayet ettiği için ateisttir.

İnsanın, kendi kişisel vicdanında, kendi içinde, evreni yaratan bir tanrının var olabileceğini düşünmesinde hiçbir zarar yokmuş gibi gözükür. Öyledir de. Ancak bir noktadan sonra durum değişir.

Bu insan bir dine bağlanma ihtiyacı hissedince içinde bulunduğu toplumun dinini alır. Kendi dar bakış açısından bu dinin "tek gerçek din" olduğunu ve diğer dinlerin tümünün yanlış olduğunu görecektir (Bu subjektif bakış açısından kurtulmak gerçekten çok zordur ve büyük çaba gerektirir). Onun ötesinde, bu insan dinini araştırmak ve dinine "önem vermek" kaygısına düştüğü zaman ise terslikler iyice belirginleşir. Dine değer verdikçe toplumun kurallarından ve insanların yaşayış biçimlerinden uzaklaşır. Topluma yabancılaştıkça dinine daha da sarılır. Bu ikisi birbirini körükler ve sonunda "aşırı dinci" diye tanımlanan psikolojide bir insan oluşur.

Aşırı dincilik ve militanlık, bu sözde saf, zararsız "tanrı inancı" düşüncesinin en son noktasıdır. Bu noktada insanın gözü dininden başka birşeyi görmez. Tek amacı din konusunda mümkün olduğu kadar çok kişinin "kendisi gibi" düşünmesini sağlamak olur. Yaşadığı ortama dinini "eğemen kılmak" ister. Kendi inançlarının tartışmasız ve kesin doğruluğuna o kadar inanır ki; kendisi gibi düşünmeyen herkesi "ortadan kaldırmak" düşüncesinde "tanrı"nın da arkasında olduğunu sanır. Bu amaçla eline geçirdiği her fırsatta katliam yapmaktan bir an geri durmaz. Cinayet işleyeceği zaman kimseye acımaz ve gözünü kırpmaz. Çünkü onun gözünde artık insanlık hiçbirşey din herşeydir, insan hiçbirşey tanrı herşeydir.

Bir insan tanrıya ve "onun dini"ne ne kadar çok değer verir, ne kadar önemserse, insanlığa da o kadar az değer verir ve o kadar az önemser. İnsan tanrıyı ne kadar çok severse, insanı o kadar az sever. Ateizm ise, "hiç"likten "herşey"liğe doğru yolculuğunda bu "tanrı" inancını daha başından reddeder. Reddetmesinin sabebi tanrının gerçekten var olmamasından ziyade, tanrı inancının doğurduğu kötü sonuçları önceden engellemektir. Salt kişisel bir inanç olarak "tanrı" fikri oldukça zararsız görünebilir, ancak bu inanç gerçekten çok ender olarak kişisel (vicdani) kalır.

Atheismin avantajlari:

1-Hiçbir din vaya tarikata bağlı olmak zorunda kalmazsınız..İnanmanın karsıt guruplar oluşturan, kin ve savaşa yol açan 1000.çesit yolu vardır, ama ateizm tektir. Asıl evrensel olan ateizmdir.

2-Çok zor kandırılsınız. Bir şeye inanan herseye inanabilir.mantiğıyla cine, büyüye, üfürüğe,astrolojiye ve bir sürü safsataya inandırılanlardan çok daha önde ve avantajlı olursunuz.

3-Kimseye kul köle olmazsınız.Secde yontemiyle koleliğe alıstırılan kitleden bu vasfınızla da bir adım öne çıkarsınız. Alnınız açık gözünüz pek olur.

4-Görmediğiniz varlıklar tarafından izlenme paranoyasından uzak yaşarsınız. Sağ ve sol omuzunuzda yazıp çizen melekler sizin için birer sevimli masal kahramanı olur...

5-Kurban kesme gibi bir ilkellikten uzak durur, dünyada bizim kadar yaşama hakları olan hayvanları olmayan kavramlar için katletmezsiniz.

6- Hacdan uzak durur, milli hasılayı araplara yedirmemiş olursunuz.

7-İyiliği kendiniz için yaparsınız; o rahatlığı , karşılıksız yapılan iyiliğin verdigi mutluluğu tadarsınız. Cennet ve cehennem hikayeleri ile de aldatılmamış olursunuz.

8-Yemeniz, içmeniz, sevişmeniz kurallarla sınırlanmadan özgürce yaşarsınız.

9- Adalete, hukuka daha çok sadık kalır, adaletin daha iyi sağlanacaıı evrensel kanunlar uzerinde çalışırsınız. Kötüluğün öteki dunyaya havale edilmesi saçmalığı ile kendinizi kandırmamış olursunuz.

10- Bir işi başarmak için dua etmek yerine aklınızın bilimin ve çevrenizin imkanlarını zorlarsınız. Miskinlikten, ataletten sıyrılır ve hayatta çok daha aktif olursunuz. Bu da başarı şansınızı arttırır.

Atheismin dezavantajları :

1-Bir ihtimal, inanmayı seçmiş aile, dost ve iş çevreniz sizi dışlayabilir, en azından nüfus cüzdanınıza size sorulmadan, doğduğunuz andan itibaren yazılmış olan "islam" kelimesi peşinizi bırakmaz.

2-Fanatik dinciler tarafından kemiklerinizin ufalanıp hazır çorba yapımında kullanılma ihtimaliniz her zaman vardir. En azından tehdit edilirsiniz.

3-Dinin sosyolojik olgularına (ezan,namaz,oruç gibi) her yerde her zaman maruz kalıp, toplumun bu kurallara uyarken koydugu yasaklar, kabuller, yasalar hayatınızı etkilediginde kabugunuza çekilmekle isyan etmek arasında bocalayabilirsiniz.

4-Bazı ideolojilerin tekelinde sayılabilirsiniz. orneğin atheistler komünisttir gibi genellemeler....sizin hakkınızda da yapılabilir. Kemalist olduğunuza insanları inandırmakta güçlük çekersiniz, milliyetçi oldugunuza da inanmazlar.Oysa ki atheism bir İdeoloji değil bir inançsızlıktır, red dir.

5- Hakaret, küfür ve aşağılamalarla karşılaşabilirsiniz

Hz. Muhammed'in Hastaligi

Hz. Muhammed , sam seferine cikmak uzere seferberlik hazirligina girisir ; fakat tam bu sirada , kendisinde siddetli basagrilari baslar, o kadar siddetli bir bas agrisina yakalanir ki halkin karsisina basini baglamak suretiyle cikabilir. Ne yazik ki bu sebepten dolayi , yataga duser ve bu defa mahiyeti bilinmeyen baska bir hastalik ya da basagrisi ile ilgili bir hastalik sebebi ile atesi had seviyede yukselir. Bunun uzerine " uzerime cesitli kuyulardan alinmis, yedi tulum su dokunuz, bu takdirde halkin karsisina cikarak tavsiyelerde bulunmam umid olunur " diyen Hz. Muhammed'in emri uzerine dedikleri, Hafza'nin legenine oturtulmak suretiyle yerine getirilir. Yani uzerine bol miktarda soguk su dokulur; fakat nafile, atesi ve durumu kotulesir. Bunu goren amcasi Abdulmuttalip, hastaligin zatulcemp olmasindan suphelenir ve burun otu ilacinin iyi gelecegini sanarak burnuna damlatir ve hasta daha da fenalasarak bayilir.Ayildiginda ne oldugunu sorar, kendisine amcasinin yaptigi ilaci anlatirlar. Bunun uzerine Hz. Muhammed : " Ben Tanri katina saygili oldugum icin , Tanri bu hastaligi bana musallat etmez" der. Lakin bir daha yataktan kalkamayacagini anlamis oldugundan , namazi Ebu Bekir'in kildirmasini ve kendisi oldugu takdirde yerine bu kisinin gecmesini vasiyet eder. Hz. Muhammed hastaligindan cok once , Ebu Hureyre'ye Mekke yolunda yazdirdigi rivayet olunan vasiyetini Abdullah Riza Erguven'in " Yasak Tumceler" adli kitabindan aynen aktariyorum:

"Bir gun Tanri elcisi, aralarinda Ebu Hureyre'nin de bulundugu yakin tanislarindan bir kaciyla konusuyordu. Oldukca ilgincti konu. O gune degin elci hic boyle konusmamis, gizlerini aciklamamisti hic bir zaman. Bu onemli konusmayi dinleyenler en sevdikleri, inandiklari , yakinlariydi. Muhammed gulumseyerek onlarin yuzune baktiktan sonra : "siz gidin, Ebu Hureyre kalsin benle yalniz" dedi.

oburleri uzaklastiktan sonra , Hureyre'ye : "soyleyeceklerime iyice kulak ver" dedi. "simdiye dek soylenmeyeni, konusulmasi en guc olani aciklamak zorundayim. Duyuncum bana bunu soyluyor. Basimdan gecen olgulari , olaylari yalniz ben biliyorum. Gercegi, tum ayrintilariyla bunlarin ic yuzunu de! Bir yandan istegim uzre, Tanriyla iliski kurdugum oykusu Araplar arasinda yayilirken; gercegin ilk once hic degilse yine benim tarafimdan bilinmesini gerekli buldum. Bunu oteden beri dusunup duruyordum. Sana acikliyorum ilk olarak! bundan sonra da soylenmeyecek...Taa ki gozlerim kapanincaya..olumumden cok once bu sana acikladiklarimi ; kisaca olum yatagimda bir daha aciklamaya calisacagim! Butun gercekleri simdi Arap kardeslerime aciklayamayiz. Hem ates bacayi sarmis durumda. O zaman hersey tersine doner. Daha onceden "Allah" sozcugunu biliyor Araplar. Bekledikleri gibi inanmak ta istiyorlar. Onlarin inanmak istediklerine de, eskiden beri alisik olduklari "Allah" adini kullandim. cunku olayin icinde olan da , olayi yaratan da , olup bitenleri bu yola doken de benim! Bolgemizin Araplarina simdi bunu ne ben aciklayabilirim , ne de siz! Olan oldu! icimden geleni soyluyor, bunun bir gun aciklanmasini, gercegin halka oldugu gibi duyurulup anlatilmasini butun yuregimle istiyorum. Ama nasil? Nerede? Ne zaman? Bunu bilemem! Umarim bir gun , son solugumu vermeden!

....Anasiz, babasiz buyudum sayilir. oyle de oldu. Taa cocuklugumdan beri bir guce, bir koruyucuya siginmak geregini duydum. Buna ozendim de...İnsanlarin yalnizligi , bu yalnizligin gerilimi, istekleri, icten gelen davranislari kadar guclu daha hic bir sey olmadigini anlamis bulunuyorum. Yalnizligin, kimsesizligin, ne olup olmama korkusunun insanda yaratmis oldugu gerilimi hic bir sey yenemez. Bedenimizde yuvarlanan , beyin ve sinir gozeneklerimizi etkileyen, insani bastan cikaran, hatta bizi bizden eden sevi duygulanmalari , kosnul yanmalar da oyle! sevinin, bu kosnul duygulanmalarin yenilmez, durdurulmazi gem vurulamaz, karsi konulamaz ic tepisi bence yaradilisin tam kaynagi! Bu ictepili yaratiyla insanin yapamayacagi hic bir sey yoktur.

.....Bir dilim ekmege gereksinim duydugum zamanlar oldu. Ac kaldim, acikta kaldim. Mekke'den sam'a , sam'dan Mekke'ye kah deve uzerinde kah yalinayak gelip gittim. İnsan yalniz okumakla degil, baskalarini dinlemekle de bir seyle ogrenir. Okuma-yazmasi olmayan bir kiside birini ilgiyle dinleme, okuma-yazmanin yerine gecer. onemli olan ilgi duymak. Araplarin agzinda bu oteden beri soylenegelen bu "Allah" sozcugu ne? Bir insanin , ilgi duyan bir insanin cocuklugundan beri ugrastigi konularda , dinlemekle de olsa bilgi edinmesinde sasiracak ne var?

.....Kim denize daldi da , yuzmeyi ogrenemedi? Kim hurmanin tadina bakti da , hurmayi tanimadi? Bilmez misiniz? Binlerce kuzu arasinda , koyun kuzusunu bulur, kuzu anasini. Bunda sasacak ne var? Ama benim nasil bilgi edindigime o denli ilgi gosteriyorsaniz coklari gibi bunu hic cekinmeden aciklayabilirm:

....Nasturi kesislerinin manastirina ugradim, amcam Ebu Talip'le Suriye yolculugunda! Can kulagiyla dinledim orada rahip Bahira'yi. Hristiyanlik ustune , bu dinden ayrilan mezhepler ustune konusmalar yapiyordu.Kendisine sorular soruluyor, o da bu sorularimi ilgiyle yanitliyordu. Konusmalarini bir yigin kalabalik ilgiyle izliyordu. Derin bilgisi beni cok etkiledi Bahira'nin.

....cesit cesit insan vardi Mekke'de. Dini ayri, ekini ayri insanlar. Bu insanlarin ic dunyasini , onlarin arik ve guclu yanlarini her gun biraz daha tanimak imkani buldum. Yolculuklarim bana cok sey kazandirdi. Dogayi da bilmeye, tanimaya basladim bir ara. sam'i , Halep'i, İskanderun'u, Kudus'u, Beyrut'u, Palmira'yi, Baalbek'i gordum. Tarihsel kalintilarina imrenmeyle baktim bu kentlerin.

....Habesli kole Varaka da epey derindi bilgisiyle. ozellikle hristiyanlik, Musevilik uzerine. Onun bilgisinden de yararlandim epeyce.

....Ukaz carsisi haftanin kimi gunlerinde insandan gecilmiyordu. her cesit insana rastlanabilirdi orada. İnsanlarin kutsal bildikleri kimi gunler kalabalik sinirini asiyor, igne atilsa yere dusmuyordu. İste burada nejran piskoposu Kuss ibn Sayda , İbrahim peygamberin tek tanrici dinini yaymak istiyordu. Onun deve uzerinde yaptigi dini konusmalarini bikmadan, usanmadan imrenmeyle dinledim, dinledim. Yahudi, Hristiyan ve mazdeizm'e bagli olanlarla, puta tapan yabancilarla tanistim. Uzun uzadiya konustum onlarla. Sorular sordum, yanitlar aldim sorularima.

....İbrahim'in tek tanri dinini savunanlar arasinda Lebid ibn Rebia da vardi. Ondan da cok yararlandim. Okur yazar bir Rum koleden de epey ogrendiklerim oldu. Tufan oykusunu de sam'a yaptigim yolculuklarda isitip ogrendim.

....Hac, kurban, zekat, namaz, oruc benzeri ilkeler biraz degisik bicimde de olsa Muslumanlik'tan once de vardi. bunlari herkes biliyordu. Kimse yabanci degildi. Kimi ayri yanlarini da birlestirdim. Birbirine kattim bunlari. Kabe oldu en cok benim kafami bozan. orada 360 tanrinin heykelini gorunce "Bunlarin tumu de tanri olamaz" dedim.

....Uzayip giden col sessizligi. Alabildigince sicak, alabildigince yalnizlik. Guneste cayir cayir tutusup yanan otlar. Disarida hersey kuruyor, yitip gidiyordu ayaklarimin altinda. Toprakta ayak izlerim, dusuncelerim, duslerim birbirini kovaliyordu. Bu yol sessizligi , ses vermeyen sonsuzluk, cagrisiz yollar....tumu, tumu basimin ustune bir gulle gibi coktu.

.....Zaman oldu "Ben kimim?" diye sormaktan kendimi alamadim. Zaman oldu guvenilir, inanilir birine, bir guce siginmak istedim. Arap halkinin inadina karsi bir siginak aradim. Bu siginak yerde de , gokte de olabilirdi. Zaman oldu kendim, kendime karsi durdum. kendi kendimle, kendi dusuncelerimle cekisip dogustum. Arap kardeslerimin, bu insanlarin bir seye ihtiyaci vardi. İnanacak birine, bir guce, bir koruyucuya !..

...Her insanin bir dus dunyasi var. Dusunceleri, imgeleri onunla filizlenip beslenir. cocuklugumdan beri karsilastigim olaylar, yalnizlik duygusu beni birakmadi.

...Mekke'de , Medine'de , icinde yasamis oldugum cevrede Arap yasami , bu yasamin bicimleri beni her gun yeni bir duruma surukledi. Esrimelerimde, kendimden gecis durumlarimda sinirini asan duslemleri mi de uygulama alanina doktum. Simgelemeye yoneldim tum sanrilarimi. Naska da yol yoktu gorulmemis bir sapkinligin agina dusen halki kurtarmak icin.

...Hic bir guce dayanmadan gerceklestirecek uygulama alanini bulmaya koyuldum. Onlari bir bir degerlendirmeye basladim. Bunu da basarmak pek zor olmadi benim icin. Yaradan yoksa ya da bir yaradan olmayinca , insan onu zorla yaratmaya kalkar. En sonunda bulur onu kafasinda. Ben yalniz kendim icin degil , her gun uzayip giden col yalnizliginda Arap yasamina bir anlam vermeye calistim.

...Hic bir sey yapamadiysam bile onlara umut etme, bekleme olanagi verdim. Onlari bir seyle oyaladim hic degilse. yatistirmaya calistim onlarin yagmacilik dogasini. İnsandan insana degisik ama , her insan bir seyle ilgilenmeye gereksinim duyar.col , imgeci insanlarin yurdudur.Araplar duslmleriyle cogunlukla uzak yerlerde , kendi imge dunyalarinda yasayan, imgesel koskler kuran , bununla yetinen insanlar. onemsiz bir olguda bile , imgesel de olsa , olgunun gercekligine inandirmak icin bol bol yemin ederler.ozellikle "Allah" adina yemin etmek! Sozleri gerceklesmese bile yeminden hoslanirlar.Araplar yakini uzakta, uzagi yakinda yasamak isteyen, hic degilse bunu tasarlayan , dus kurmaktan mutluluk duyan insanlardir.

...Bir erkegin doyurulmaz kosnul isteklerine bir yol bularak eseysel iliskilerde her erkegi hosnut eden gorulmemis bir devrim yaptim. Bir erkege bir kadin yetmezdi, ozellikle col yasaminda. Deneyimlerimle biliyorum bunu da...Kendi olurlarimla bunu uyguladim.

...Taa eskiden beri Arap kiz cocuklarini diri diri topraga gomerek olduruyorlardi. Gozlerimle gordum bunun boyle oldugunu cocuklugumda. Bugun bile bu yola basvuruyorlar gizli gizli...Bir "Allah" varsa da, yoksa da bu igrenc gelenek surup gitmemeliydi. Butun buna benzer cirkin durumlara tanik olunca inanamaz olduk hic bir seye! Umarsizlik duygusu da agir basiyordu. Akil almaz islere girisiyordu Arap kardeslerim. Sinirlarini asmaya baslamisti her sey. Tasa, topraga baktim, piril piril isildayan gunes tepemde. Bu gok, alabildigine uzanan bu isikli mavilik. Gece, karanlik gecede yildizlar. Bu sonsuz, bu ardi kesilmeyen uzanim. Bu gorkemli doga hergun gozlerimin onunde uzayip giden. Butun bunlarin bir ustasi olmali diye dusundum!

....Daha sonra catismaya basladi sezdiklerimle eylemlerim. Sonra inatci davranislari doganin. Bir "Allah" karsisinda olaylariyla yorumu guc doga, beni cok ugrastirdi. ucuncu bir durum olamaz. Yaradan ya vardir ya da yok! Bu , kendi bildigini , kendi dogrultusunu izleyen doga karsisinda O'nu saglam kilmak gerekiyordu. cogunlukla Araplar da bir "Allah" olmali diyordu. Ben yaradani melek araciligiyla gokten indirerek onu canli kildim. Onu duyarli kildim insanlarin kafasinda. Vurdumduymaz Tanri gelenegini yikarak, O'nu yeniden dirilttim obur dinlerin yanisira. Ben yapabilecegimi, tasarimlarimda imgeledigimi gerceklestirmeye calistim ancak! Olmadi demiyorum, yanilmalarim, yanlislarim oldu. Bu durumun sinirlarini astigim zamanlar da!... Baslanmisti bir kez! baslanani yurutmek zorundaydim. Ama , herseyden once ben de bir insandim! Esrimelerim yaniltabilir beni, aldanabilirim. Rastlantili, arasira olumlu yanlarim da yadsinamaz tumden!

....Bunalimlarim, kuskularim , esrimelerim gunden gune artiyordu. Ortalikta gorunmek istemiyordum. Kendi kendimle basbasa kalabiliyor, kendi kendimi dinleyebiliyordum Hira magarasina cekildigim gunler. Soz dinlemez Arap kardeslerim icin dusundum bunu. Bu insanlari icine dusmus olduklari ucurumdan kurtarmak icin bir yol bulmak gerekiyordu.

....İnsanin deger bicilmez en olumlu niteligi kendi kendini dinlemesi yalnizken. O zaman ulasilmaz gucunu buluyor insan. oyle ki o guc mu kendisi, yoksa kendisi mi o guc? Bilinmiyor! Her sey her seyin ustune biniyor bir esrimeyle. Usumun , bedenimin , yuregimin birlikte ulastigi bu esrime durumlarini yasamasaydim, ne Arap kardeslerimin benimsedigi "Allah"i ne de "kendimi" bulabilirdim. En guzel olani da insanin imgesinde yasayan "Allah" dusuncesine kimligini, kisiligini kazandirmak. Ben Arabim ama Arap benden degil. Hazira konmak ister her zaman , yapilani da yikar, yagma eder. Araplarin kafalarindaki "Allah" tasarimlarina , indirdigimi soyledigim "ayetlerimle" can verdim. Yanibasina getirdim, taa sah damarina zavalli Arap kardeslerimin siginmak istedikleri gucu! Onlarin istedigi de buydu! Adi onceden konulan gucun dogmasi gerekti. İste ben bu gucun dogmasina, dogup yayilmasina onayak oldum.

...Disarida gercegi olsun olmasin, insan inanirsa her seyi var sanir, olmayani da! Hira magarasinda kendi esrimelerimle bas basa olurken , animsadigim tek sey: Boguk boguk inlemelerim, karisik renkler, sesler, ugultular...Esrimelerimin belli belirsiz urunuydu hersey....

Ebu Hureyre donup Muhammed'e:

-Yaniti zor olan bir soru ama hemen hemen herkesin kafasinda : Tanri yok mu?

-Nesnel olarak oyle!.................................................................................................................- - -

-Gordunuz mu?......................................................................................-..Hic

-Hic gormedim!..................................................................................................................

-Melekler,seytanlar,cinler de var mi?.........................................................................................

Bunun uzerine elci , Hureyre'ye donup guldu:

"Siz bunlari gordunuz mu ?"diye sordu.

-.Gormedik!

Basini onune egip derin derin dusundukten sonra Muhammed:

...Hersey dedi gormeye bagli. İnsanin kendi gozlerine! oyle ki degil seytani, melegi, cini; isterseniz

Ay'in , yildizlarin , Gunes'in parcalandigini bile gorursunuz. Gorme yetenegi varsa gozlerde! Bu bir sey mi? Gozleri kamastiran col gunesi bile iki sak olabilir. Bedir savasinda kilicimi sallarken , bir o yana bir bu yana , Ay'in iki sak oldugunu gordum de inanamadim gozlerime. Olayi oldugu gibi anlatinca inanmayanlar oldu ama , coklari da inandi. Gercekte inananlarla inanmayanlar arasinda buyuk bir ayrim yok! Dogrusu inananlar da hakliydi, inanmayanlar da!

...Cine, seytana, meleklere alisti Arap kardeslerimiz; okuze, deveye, keciye alistigi gibi. Araplari duslemler, tasarimlarla suslenen olaylara , olgulara, gercek olmayana ; gercek olana inandirmaktan cok daha kolay!

....Arap kardeslerimizin tasarimlari , imgeleri onlarin gunluk ekmegi. Araplar duslemler, imgelerle yasamayi severler. Onlarda imge, duslem, tasarim gercegin yerini tutar. Dinsel konularda inandirmak icin de , onlarin duslem dunyalarina korku salmak gerekti. Biz de bu yola basvurduk. Eskiden beri dinsel korkunun da ne demek oldugunu biliyordu Arap kardeslerimiz. Alisikti buna gokteki yildizlar gibi! Bu konularda onlari korkutmadan bir seye inandirmak imkansiz! Araplar odulu de seviyor. Biz de onlari "Allahli" odullerle besledik. Bundan etkili baska bir sey yoktu elimizde. Gelecege yonelik oduller hep. Veresiye oduller! Yasadigimiz gercek dunyada hicbir zaman gerceklesmeyecek olan! İnsanlar bir seye inandiklari zaman , o seyi bagislamamak aptallik olurdu! Biz de onlara , onlarin duslem dunyalarinda, otedunyada bol bol bagista bulunduk. İnsan , olmayani bagislayabildigi zaman, yitirecegi bir sey de yok! Ama kazanci denizlerdeki baliklar gibidir.

...Her sey, iste bu gorunen varlik! Gokler, yerler, yildizlar, gunesler. Uzayip giden bu sonsuzluk. Allah...insanlarin sanisina gore!Varligi da yoklugu da bize bagli...Bir gun bir yerde aciklanacak bu soylediklerim.

....Ne denli gercege yonelmek istesem de , o denli duslemler icinde yasadim. Gun oldu imgeler dunyasina verdim kendimi tumden. Gencligimin o hizli, coskulu yillari, Mekke'de , cevresinde hep kadinsizlikla gecti. Gencligimde butun Arap erkekleri bu kadinsizligin , daha dogrusu bu kadinsizlik cehenneminin acisini duyar. Erkegi sik bogaz eden bu kadinsizlik, her Arabin boynunda atesten bir halka! Gunesin hergun basimiza vuran kizgin sicagi da caba! Bu doyurulmamis duygularin baskisiyla kendimden gectigim gunleri oldugu gibi hatirliyorum.

...İnsani icin icin kemiren , hatta ona kendini " Allah'i bile yeniden yaratmaya zorlayan eseysel gucten daha etkin, daha guclu ne var?" Bunu yadsimak elde mi?

...Bir is, bir beceri mi Ay'i parcalamak? İki sak edip yere indirmek gokten? Uslarina guvenip te anlamak istemiyorlar bir turlu! Ne var daha yalin bundan? Bir gece sabaha karsi ya da aksam yatsiya dogru sol gozun, sag goz de olabilir, gozkapagini ogusturur gibi yana cektiniz mi , Ay iki parca olmakla kalmaz, bu iki parcayi Hira daginin iki yanina da yerlestirebilirsiniz. Birakin yeri gogu karinca bile irgalanmaz Ay yere carpinca!Ay'dan cok daha buyuk Hira dagi! Bu dag koskocaman gozukur iki sak arasinda!

...Bu din ugruna cok insan oldu. Sanirim daha da olecek! bunu biliyor, suclulugunu duyuyorum icimde! Bir ustasi, yaradani olsaydi evrenin ; din ugruna ne yikim, ne kiyim , ne de oldurme olurdu diye cok dusundum.

...cagimin Arap kardeslerimi guzellikle , iyilikle , yumusaklikla yola getiremeyecegini anladim. Onlara "yapmayin, etmeyin, Allah var" demek te yetmiyordu. Dusledigim bu Allah'in onlari korkutmasi, onlarin aralarina korku salmasi da gerekiyordu. Ben iste bunu da yaptim. Onlari bu Allah ile korkuttum. Yoksa hic bir sey yoluna girmeyecekti. Ama zaman gectikce bu da yetmemeye basladi. oldurume basvurdum o zaman iste : "Allah adina"! Kim karsi geldiyse olumunu buldu. Korku, oldurum ne kadar yogun olursa kendime guvenim o denli artiyordu. Duslemledigim "Allah"in omuzuna yuklenmis oluyordu sorumluluk ta! Ama bu boyle surup gitmesin benden sonra! Tek dilegim bu!

....Olayin baslangicindan bugune degin butun soylediklerim kendi hayallerim, imgelerim. Duslemli, sanrili imgelerim. Her insanin usu, kafasi kendi tanrisi. Butun bunlari - bir daha yineliyim- bu gercekleri solugum kesilmeden once bir daha soylemek istiyorum. Senden baska hic kimseye aciklamadim bunlari. Ama uslarina deger verenlerin bu gercekleri anlamakta gucluk cekmeyeceklerine, onlari birgun aciklayacaklarina inaniyorum.

...Zaman zaman sesler isitmeye basladim. Yeniden beni benden alan sesler. Bir yerden geliyormus gibi kafamin icinden! Bir ara hic duyamaz oldum kendimi. Bir baskasiymis gibi geldi bana, ben degilmisim de! kendi kendimden sokulup aliniyordum sanki! Birileri sesleniyormus gibiydi! Sonra her sey birbirine karisiyordu kendimi unutup, kendimden gectigim zamanlar! Magaranin duvarlari acili acili veriyordu kimi zaman da! Bu belki bana oyle geliyordu. Duvar acilinca maviyle sari yer degistiriyordu. Birbiri ardisira isik oyunlar...Kendi kendimden gectigim anlarda en cok , bir yere geldigimi saniyordum be oldugunu bilmedigim. Hic bir sey animsamadigim anlar da oldu! Boyle anlarimda ben magaraya degil yalniz; magara da bana uyuyordu. İste o zaman iceriyi disardan, disariyi icerden ayirdedemez oldum. Gozlerimin onunde renkli kanatlar ucusmaya basladi esrimelerimin en yogun anlarinda. Kafamda gittikce agirligini duyuran sesler arada bir kesilince uzuntuden kendimi yerlere caliyordum. Aylarca ses bekledigim gunler oldu! Bir tek ses gelmedi! Umutlarimi besleyip cicekledim. Kendimden gecip kendime geldim kac kez. Bilemiyorum.

...Kaygilarim sevinclerimin, sevinclerim kaygilarimin ardindan suruklendi. Ne zaman sevinip ne zaman kaygilandim; ne zaman kaygilanip ne zaman sevindim, onu da bilemiyorum. Bana sayri diyeni de basimi egip dinledim; elci diyeni de. Magarada ne duslediysem, cadirima her donusumde ne kurup ne dusunduysem onu dusluyor, onu dusunuyordum kadinlarimin koynunda da...Ayetlerin yogun oldugu gunler en cok , Ayse'nin yorganina burundugum gunlerdi. Gun oldu parcalandim. İki ayri insan , iki ayri zamanda .İki ayri sesli, iki ayri dusunceli...Bolunuyor gibiydim iki ayri insan olarak bilincimle ben. Bu iki durumun bende nasil birlesebildigini de anlayamadim. Hersey boluK porcuktu kafamda sanki. Birde cogulu, cogulda biri yasadigim gunler; magaranin karanlik duvarlari birden yariliyor; yerlere yigilip kaliyordum. Hic anlamadigim acimsi tatlarla yikaniyordu agzim. Bedenim agirligini yitiriyor, dusuncelerim, devinimlerim kendi baslarina buyruk yeni duslere daliyordum.

...Daha sonralari bilincimin bolunurlugu ya da benim bunu boyle kavramam tum dusunce etkinligimi sariyor, bitmez tukenmez kuskulara boguluyordum. Butun bunlarin gizini cozup durumu bir acikliga kavusturmak icin kendi kendimle didisip durdum. Bedenimle dusuncelerimin catismali durumlari, bir gelip bir kesilen sesler.

...Boylesi ya da buna benzer durumlarda beni kuskularimdan siyirip alan da en cok Hatice 'nin konusmalari oldu. İnan gucumu de onun guven verici , ianadirici , etkili konusmalarina borcluyum. her sozunun basinda gulen gozleriyle " İste o sensin! Beklenen o elci!" diyordu. İnsan kendi kendine karar veremedigi anlarda en buyuk destegi yine kendi yakinlari oluyordu. Beni kendime inandirma gucumu de onda buldum. Sarsilmaz destegim oldu Hatice her zaman.

...İnsan dusunmekle kalmaz, ozdes zamanda dusundugunu imgeler de! Dusundugunu imgeleyen insan, gercegi degil; ona gore gercegimsi durumlari benimser. Duslerinde olsun, hayallerinde olsun; onlarla birlikte yasar, varligini yeniden yaratir ; oyle ki yok onun gozlerinde "varmis" gibi olur. Yok olani vareden tek yaratik: İnsan. Hic bir canli onunla boy olcusemedigi gibi, o da hic bir canliyla her bakimdan oranlanamaz.

...Allah'i arayanlar dogaya baksinlar. cocuklugumda Mekke'den sam'a giderken sirtimda gittikce yogunlasan col sicakligini duydum. Gunesin, kumun, kayalarin sicakligini. Alnim gunesten yandi, ayaklarim kavruldu sicaktan. Yol boyunca ugradigim kentlerde sari develerden, orumcekli evlerden, devekusu yumurtalarindan , taslar altina coreklenmis yilanlardan, yuklu eseklerden, soluyan kopeklerden, hurma kutuklerinden, kuruyup guneste kavrulan ekinlerden, kat kat bukulmus iplerden, karanlik gecede ates yakanlardan , carsilarda birbirine dayali kerestelerden, demirci koruklerinden, kece gibi sik kalabaliklardan, kuru camurdan, degirmen taslarindan, havuz gibi tepsilerden, kimi fitne yerlerinden , sellerin actigi cukurlardan, tastan, topraktan, kertenkeleden, ottan, insandan baska Hİc BİR sEY GoRMEDİM.

...colun susuzlugu dinginligi. isikli bir gunun olmesi, dogmasi gecenin. Sessizlik icinde hersey..evrende ayrimina varilmayan. Oclup biten hersey...Guclu, uyumsal, sessiz...Oldugu gibi...Kendinden, kendiliginden akip giden bir sey.. Taa otelerden, sessizligin icinden ...oylesine, anlasilir, anlasilmaz, oylesine kendiliginden...Uzayip giden sessizligi goklerin...Yakalamak uzayip giden sessizligi...Anlamak bir oldugunu evrenle insanin...Bulmak butunde kendini...Gercek olan tumu...

...Yol boyunca bu sonsuz varligin icinde eriyip yokuldugumu duydum. İcimin, ic dunyamin sesiydi benimle birlik olan. O zaman anladim ki , bu sonsuz varligin -ne icinde, ne disinda- bunca yikimlara el koyacak, ne yazik ki hic bir guc yok! Benden sonra da Arap kardeslerimin bunu boyle bilmesi gerek! Doga, bu varlik, hem bizi, hem kendini yaratiyor.

...Belki de hicbir sey otuz yil. Ama bir insan yasaminda kucumseneceK bir zaman da degil! Tam otuz yil hep Allah'i aradim. Aradim, aradim da kendi kafamin disinda hic bir yerde bulamadim. Arayanla aranan bir olunca akan sular duruyor. DAMLA Mi DENİZ? DENİZ Mİ DAMLA?

ANA SAYFA

Önsöz

Şimdi okuyacağınız satırlar, özellikle sağcı-ateistler olmaz üzere birçok ateist arkadaş tarafından yadırganabilir ama bunlar gerçeklerdir. Sosyalizmle ilgili kısımları kabul etmeseniz bile ondan öncekiler doğrudurlar. Bu arada sosyalizmle ilgili sayfam hizmete girmiştir. tıklayın. Kapitalizme neden bu kadar düşman olmamın sebeplerinden birini materyalizm kısmında değindim.

Hz.Muhammed

Hz. Muahmmed devrimci bir insandır, dinsel gericiliğe, şeritaçıların eline bırakılamaz. O, ilerici insanlığın tarihsel mirasına dahil bir kişiliktir. Dolayıysla dinci gericilerin elinden kurtarılmalıdır.

Peki Muhammed neden ilericidir. Bir kişinin tarihte ilerici bir rol oynayıp oynamadığı nasıl anlaşılır. O kişinin toplumsal eylemine bakılmalıdır. Muhammedin toplumsal eylemi ise kabile toplumundan feodalizme geçişi sağlamasıdır.

İnsanlığın ilkel kabile düzeninden feodalizme, feodalizemden kapitalizme, kapitalizmden sosyalizme yürümesi bir ilerlemedir. Bu ilerlemeyi kolaylaştıran gelişmeler olumlu ve bunu önünü açan kişiler/sınflar ilericidir, zorlaştıran ve engelleyenler ise gericidir. Yani kabile şefleri karşısında feodaller, feodaller karşısında burjuvalar(kapitalistler), burjuvalar karşısında ise sosyalistler ilerici konumdadır.

Tarihsel rol değerlendirilirken, toplumsal-siyasal faaliyetin yürütüldüğü dönem dikakate alınmalıdır. Her dönem için ilerici burjuvazi olmaz, her dönem için gerici burjuvazi de olmaz. Feodalizmin zincirlerini kırmada ilerici bir rol oynayan burjuvazi artık gerici bir rol oynamaktadır.

Feodalizmde merkezi iktidar sözkonusuydu ve bu ideolojiyi pekiştiren en iyi dinsel ideoloji ise tektanrıcılık idi. Muhammed, diğer dinlerden kopyalama yaparak daha da düzgün bir sistem geliştirmiş ve tek tanrılı islamı oluşturmuştur.

Özetle, Araplar, islam öncesi kabile toplumunun çözüldüğü, toplumsal farklılaşmaların hızlandığı ve merkezi bir iktidar ihtiyacının kendini doğurduğu bir aşamadaydılar. Muhammed de bu ihtiyacı karşılamıştır.

Muhammed biliyordu ki, geniş halk kitlelerini seferber edebilrse başarılı olacaktı. Bu yüzden bedeviler onun için önemliydiler. Çünkü bunlar savaşçı özellik taşıyorlardı. Bunu askeri sisteme çevirebilrdi ve öyle de yaptı. Artık müslüman kabileleri birbirlerine saldırmıyorlar, düşmana karşı birleşiyorlardır.

Aslında Muhammed, tam olarak bir devlet kurmamıştır. Ancak (o zamanki koşullara göre) devletin temeli olan silahlı gücü kurmuştu. Ama bir devlet sadece silahlı güçten oluşmaz. Bürokrasi, kurallar, v.s gerekir. Fakat oluşum hızlı, gelişmeler süratliyse kurallar dışarıdan alınmalıdır. Bu da temastaki toplumlardan sağlanacaktır.

Sonuç

Muhammed;

feodal devrime önderlik etmiş, yeni bir düzen kurmuştur, bunun için devrimcidir.

eskinin yıkılıp yeninin gelmesi için uğraşmış, bu yüzden solcudur

insanlığın ileri doğru adım atmasında katkıda bulunmuştur, bu yüzden de ilericidir

Ancak Muhammed'in hareketi o yıllarda ilerici bir hareketti, günümüz için geçerli değildir. İslam, kabile hayatından feodal devlet düzenine geçişin arap verisyonunu teşkil etmektedir. Ancak feodal devlet günümüz ihtiyaçlarını karşılamamaktadır. O da diğer üretim sistemleri gibi miadını doldurmuştur. Dolayısıyla islam da ömrünü yüzyıllar önce doldurmuştur, kalıntılarıyla uğraşıyor olmamız bu gerçeği değiştirmez.

Dincilerin, islamı getirdi diye ona sarılıp savunmaları bu gerçekleri değiştirmez. Ancak, onun getirdiği öğretiler daha önceden de söylediğim gibi bugün için geçerli değillerdir, çünkü o zamanki toplum yapısı farklıdır. Ama onlardan beslenir, yeni kurduğumuz sistemlerde onlardan faydalanırız. Muhammede saygı duymak, evrim teorisine karşı yaratılış teorisini kabullenmeyi gerektirmez. yarataılış inancı, o zamanın bilgi birikimyle ortaya konulmuş bir inançtır. "insan nasıl oluştu" sorusunun cevabını karşılamaya çalışan Muhammedi anlamak gerekir.(zaten bu fikri ortaya atan, Muhammed de değildir, bu türk mitolojisinde de vardır, sümerlerinkinde de, diğer bir çok uygarlığınkinde de, Muhammed sadece buna son şeklini vermiştir). Esas mücadele edilecek olan, yanlışlığı kanıtlanmış bu görüşleri, kendi amaçları için hala ısrar edenlerdir.

ANA SAYFA

İdealist(Dinci) ve Maddeci Dünya Görüşü

İdealistlere göre herşey Tanrısal bir planın parçasıdır ve bizim kısır görüşümüze göre birçok kötü şey olsa da aslında herşey amacına uygun oalrak yaratılmıştır. Yani bunlara göre herşey(iyi veya kötü, bizce kötü) bir amaca göre yaratılmış ve dünyanın Tanrısal planını incelemek veya işleri ele almak biz zayıf ve önemsiz ölümlülerin işi değildir. Adaletsiziliği insan mı cezalandıracaktır, hayıııır, Tanrı ne demiş, "intikam benimdir". ve diğer tüm işler Tanrıya bırakılmalıdır.

Bir dinci(idealist) olmak, Tanrının değişen yazgılarının açıklanmasını Tanrını isteğinde veya bir dünya ruhunun ezeli düzeninde aramaya çalışmaktır. Bir maddeci olmak ise insanların çevrelerindeki dünyayı tanıyarak daha iyi bir yaşam sağlayabilemleri için, nesnelerin gerçek, somut koşullarını ve nedenlerini aramaktır.

İdealizmin temel ilkesi, maddenin, bir parçasını oluşturduğumuz somut dünyanın, nihai gerçek olmadığıdır. İdealist fiziksel dünyayı materyalistler gibi algılamaz. Ona göre bu, kendi kendine varolan, biçimini değiştiren fakat doğmayan ve sona ermeyen bir dünyadır. Madde, ötede olan birşeyin yalnızca görüntüsü, yansıması olduğu için gerçeği başka yerde aramlıyız. İşte bu gerçek dedikleri şey de us, mantık ya da ruh niteliğindedir. Madde bu ruhun sadece bir yansımasıdır.

Bunun, dinsel inançların daha ince zekalı bir yorumundan başka bir şey olmadığı açıktır. Sonuç hep aynıdır. Gerçek doğa dünyası önemsiz ve saçmadır, sadece bir görüntüdür. Onun ötesinde zeki ve yetkin olan "Gerçek" vardır. Kısaca dünya, amacı yokmuş gibi gözükse de gerçekte Tanrısal bir plan ile kaçınılmaz kaderine doğru yol alan manevi bir düznedir. Ayrıca bilim dediğimiz somut bilgi yığını görüntü ile uğraştığı için mahkum edilmektedir.

Maddeci, dünyadaki tüm olayların, bilinen veya deney aracılığyla bilinebilen başka olaylara veya süreçlerle açıklanabildiğini ileri sürer. Bilinmeyen ve bilinmez bir şeyin varolduğu varsayımına başvurmamız gereksizdir. Örneğin bir c olayını a ve b olayları ile açıklayabilirsek, açıklama için bilinmeyen bir x kullanmamız gerekmez ve de kullanmamalıyız. Ortaçağda bir filizof, William of Occam, Cimrilik Yasası denen önemli bir ilkeyi ileri sürerek bu düşünceyi ilk kez ortaya attı. Occamın ilkesinin dayandığı nokta, bir şeyin varoldğu veya başka birşeyin nedeni olduğu varsayımının, eğer böyle bir varsayım yapmadan işimizi görebiliyorsak, istenilir ve mantıksal olmadığıdır. Örneğin, bir deprem olayını varolduğunu gerçekten bildiğimiz şeylerle açıklayabiliyorsak, bunları bir Tanrının oluşturduğunu niçin varsayalım? İnsanların dünyaya gelmelerini ve belirli dinsel fikirler kazanmalarını gerçek yoluyla açıklayabiliyorsak niçin bu olguları dünyayı denetleyen bilinmeyen bir güçten kaynaklanmış olduğunu açıklayalım?

Onun için maddeci, bu ilkeye dayanarak, "Bir Tanrı yada tinsel gücün evreni yarattığını, olan herşeyi böyle bir varsayım yapmadan açıkayabiliyorsak niçin varsayalım" diye sormaktadır. Daha da genelleştirisek, hiçbir zaman birşeyin varolmadığını değil, birşeyin varolduğunu kanıtlama gereğini ileri sürmektedir. Diğer bir değişle, herhangi bir savı ortaya atanın kendi savını kanıtlaması gerekmektedir. Ortaya atılan savı destekleyen olumlu kanıtlar olmadıkça onun yanlışlığını göstermeye çalışmak gerekmez. Maddeci, bu ilkeye dayanarak, ki bu ilke olmadan hiçbir bilim olamaz, bu dünyanın olaylarını yöneten bir Tanrının bulunmasını kanıtlaması gerekmediğini ve bilimsel açıdan, olan bir şeyi doğaüstü bir güçle açıklamaya hakkı omadığını belirtmektedir. Güneş sisteminin evriminin teorisini sistematik bir biçimde geliştiren Fransız matematikçi ve uzaycı Laplace bu durumun klasik bir örneğini vermişti. Herşeyi bilimsel bir şekilde açıkladıktan sonra Napolyon kendisine "Tamam da, Tanrının bu sistemdeki parmağı nerede" diye sormuş, Laplace da ona "Efendim, o varsayıma gerek duymadım" demiştir.

Bütün bunlardan şu sonucu söyleyibiliriz, bilimsel yöntem, bilinmeyen bir şeyi bilinen veya en azından deney veya deneme aracılığıyla bilinebilen birşeyi açıklama yöntemidir ve en temel ilkesi şudur, hiçbir şeyi gereksizce varsaymamalıyız.. Bu yöntemin uygulanmadığı her tür çaba batıldır.

Bilimin Anlamı

Bilimsel düşünme ve bulma çabasını kökeninde iki temel ihtiyaç vardır

1- Yaşamı güvenilir ve rahat kılma

2- Evreni ve dünyayı anlama

Bilimin doğayı denetim altına almaya yönelik katı bir faydacılık(kapitalist düşünce) dışında yarar amacı gütmeyen, katıksız bir anlama ve bilme tutkusuna bir ihtiyaç vardır. Yani bir çok kapitalistin dediği gibi bilimsel gelişme, kar dürtüsü olmadan da yapılabilir. Ki bunu Yunanlılar 2500 sene önce yapıyorlardı.

Bilimin kökenleri M.Ö 500'lü yıllara(aristo ve platon) dayanır. Ama bu yıllarda dağınık bir bilim vardı. Teorik düşünce ve pratik uygulamlar farklı kişilerin ellreindeydi. Mısırlılar pratiğe yönelmişken Yunanlılar teorik düşünmeyi yeğlemişlerdi. Bu ikisinin birleşmesi ve gerçek bilimsel düşünme ve araştırma çabası, Rönesansla başlamıştır. Bilimsel yöntemin temel ilkelerini ve aşamalarını ise ünlü filozof Francis Bacon 16-17. yy'da vermiştir. Bu yöntem Decartes ile geliştirilmiştir.

Peki bilimsel bilgi nedir ve nasıl elde edilir? İnsanların bir çoğunun doğru olan, ancak bilimsel olmayan sayısız inancı vardır.

Doğru bilgiler: Afyon uyutur, barut patlar, bitkler ışığa doğru döner,.....

Yanlış bilgiler: Güneş dünya etrafında döner, yaşam pislik ve çürüyen maddeden kendi başına oluşur,.......

Ancak bilimsel açıdan her iki grup arasındaki fark önemsizdir. Çünkü yalnızca bir olgunun doğruluğunu bilmek bilimsel bilgi sahibi olmak değildir. bilim yalnızca bir bilgiyi bilmek değil, onun doğruluğunu güvenilir yöntemlerle saptanmış olduğunu bilmektir. Bir olguyu yalnız deneylerle kanıtlamak değil, onu sistemli bir yöntemle, olasılıklı bir yanılgının ortaya çıkarılmasını sağlayacak biçimde diğer doğrualrla birleştirmektir. Az önce bahsedilen inançların yanında bir de batıl inançlar vardır. astroloji, 13'ün uğursuzluğu, kara kedinin uğursuzluğu, hastalıkların kötü ruhlar tarafından yapılması gibi. İnsanların doğru inançlar elde edebileceği ve yanlış olanları bırakabileceği sistemli bir yönteme veya yol göstericiye ihtiyaçları vardı. İşte bilimsel yöntem bu ihtiyaca cevap vermek için ortaya çıktı. Ancak bu yöntem de sürekli olarak ideailst düşünce tarafından bastırılmya çalışıldı. Şimdi idealist düşüncenin komik duruma düştüğü öykülerden birini veriyorum size. Galilenin bir çağdaşı teleskopla güneşte lekeler gödrüğünü bir Cizvit papazına söyler ve papaz ona şöyle cdevap verir. "Oğlum, Aristonun tüm yapıtlarını üç defa okudum, hiçbiryerde güneş üzerindeki lekelerden bahsetmiyor, güneşin üzerinde leke falan yoktur. Senin gördüğün, aletinde veya gözlerindeki bozukluğun bir sonucu olmalı". Bilim tarihi bunun gibi yüzlerce komik olayla doludur. Herneyse, o zamanki gericilerin muhalefitine karşı deneyci görüş asla yılmamış ve sonuda galip gelmiştir.

Şimdi batıl inançlara tekrar dönüp onları biraz inceleyelim. Kara kediler, 13 rakamı, tahta çubukla su aramak ve bunların en ünlüsü, istemediğimiz bir durumun gerçekleşmemesi için dua etmektir. Francis Baconun gösterdiği gibi, insanlar kendi inançları ve istekleri ile uyuşan şeyleri önemsemeye ve uyuşmayan şeyleri ihmal etmeye yatkındırlar. Kara bir kedi yolumuza çıkabilir, bir ayna kırabilriiz veya bir merdivenin altından geçebilriz ve hiçbir şey olmazsa bunları hemen unuturuz. Ancak bu olayların hemen birinden sonra bir terslik olursa gerek kendimiz gerekse tanıdıklarımız bu inancın doğruluğunu kanıtlayan birşey olarak bu hikayeyi yinelerler. Rastlantı, bu inançların hüküm sürmesinde etkili bir diğer unsurdur. Mesela insanlar dua ederler, çoğu gerçekleşmez, ve arada bir tanesi tesadüfen olursa, bunu Tanrının yaptığını savunurlar. Ya peki gerçekleşmeyen diğer dualar ne oalcak. dua konusuna ayrıca değineceğiz. olması, olamması kadar olanaklı olan bu rastlantısal kanıtlar gerçekçi olmaktan çok uzaktır.

Bilimsel yöntem, ilk önce iddia edilen olayın gerçek olup olmadığını, ikinci olarak bu olayın belirtilen nedenle ortaya çıkıp çıkmadığını anlamak için tam bir inceleme gerektirir. Bedenen kör veya topal olduğu için değil de sinirsel bir hastalık yüzünden yürüyemeyen veya göremeyen bir insan düşünün. Bu kişi, kuşkusuz kutsal sudan içerek veya imanla hastalığı iyi eden bir üfürükçünün dualarına inanarak iyileşebilir. Ancak bu, çeşmenin yada üfürükçünün herhangi bir özel gücünden çok hastanın kendi inancı sonucudur. Bu rahatsızlıklar, psikiyatrist tarafından da tedavi edilebilr. Biz, bu tür şeylerin boş şeyler olduğunu söylediğimizde bize bunların boş olduğunu nereden biliyorsun diye sorulur. Bizim cevabımız şudur. Bu varsaydığın şeylerin kanıtı olmalıdır, onların boş şey olduğunu benim kanıtlamam gerekmez, aksine kanıtlayabilceklerine inananların bunları kanıtlaması gerekir. Bilimsel yöntemde bir varsayımın doğruluğu kanıtlanırken bir deneye değil onlarca belki de yüzlerce deneye yapılır. Aynı üfürükçü yüz hasta üzerinde yapsın bu işi de hepsi iyileşsin de görelim. Bilimsel bir tez için ilk ilke onun kanıtlanabilmesi veya çürütülebilmesidir.

Tanrı'ya neden inanılır

Evvettt, şimdi de idealistlere göre Tanrının işlevleri nelermiş yani Tanrıya neden inanırlarmış, onlara bakalım.

Bunun için çok eski bir soruyla başlamalıyız. Tanrı nedir? Bu, Tanrını nasıl tanımlandığından çok Tanrının dünyada gerçekleştirdiği düşünülşen işlevin ne olduğu sorusudur.

1-Amaç öncelikle, olagelen herşey(sel, açlık, yoksulluk, savaş ....) için uygun bir açıklama sağlamaktır. Tanrı öyle istediği için onlar olagelmiştir ve Tanrı onları bir amaç için istemiş olmalıdır.(bazen bir sınav, bazen bir ceza, bazen bir uyarı, bazen de başka bir sebepten olsa gerek). ABD'de yalnızca 1929 ekonomik krizinin Tanrıdan geldiğinmi ve iyi bir amaç için geldiğini "kanıtlayan" onbinlerce vaaz verilmiştir.

2-Tanrının işlevlerinden ikincisi, belirli bir zamanda başka bir şekilde açıklayamadığımız şeyleri açıklamaktır. İnsanın evrimi, mevsimlerin değişmesi, yaşamın kendisi, evrenin neden varolduğu, vb. gibi soruların cevabını Tanrı vermiştir.

3-Tanrı fikrinin üçüncü ve en önemli işlevi insan yaşamı için bir anlam, neden veya amaç sağlamasıdır. Ezilenler "herhalde biz bunun için yaratılmadık" diye ağlaşır. Uygun bir yanıt olarak bu yaşamın gelecekteki bir yaşam için hazırlık olduğunu ve Tanrının bu yolla ölümden sonra kendi bağrına alacaklarını seçtiği görüşünü benimserler. Bu konuda Marx şöyle demiştir: "din, ruhsuz koşulların ruhu olduğu gibi ezilen yaratıkların iniltisi, kalpsiz bir dünyanın duygusudur. İnsanların afyonudur. Bu konuyu biraz daha açalım isterseniz. İnsanların Tanrıya inanmalarını ve bu inancı üstün tutmalarının en önemli sebebi ölümsüzülük(ebedilik) isteğidir. insan yığınları için hayat genellikle mutlu geçmemiştir. Yoksulluk, güvensizlik, sevgisizlik ve sıkıntı insanların çoğu için geçerli olmuştur. Devamlı yinelenen açlık ve salgın hastalıklar insanın sefaletini daha da artırmıştır. İnsanlar çok şey istemiş, az şeye ulaşmışlardır. Doğum ve mezar arasında sürekli acı çekmişlerir, ki bunun ne değeri olabilir. İnsanlar heralde bunun için hayata gelmemişlerdir. Bu nedenler, bu dünyanın, daha iyi bir başka dünya, bir cennet için deneme ve bir hazırlık aşaması olduğunu düşlediler veya bazı güçler tarafından bu düş onlara aşılandı. Eğer bu yaşam kötüyse gelecekteki yaşamın daha iyi olabilmesi için insanlar bu yaşamı daha da kötü hale getirdiler. Bu dünyanın şiddetle eksikiliğini duyduğu şeylerin cennette bulunduğu düşü yaratıldı. Çölde yaşayan aynı zamanda fuhuşa ve kadına düşkün olan müslüman(araplar) için Kuranda, keyifli gölgelikleri ve akan dereleri olan, iri göğüslü ve gözlü hurileri olan bir Cennet anlatılır. Amerikalı kızılderiler için bir sürü avlanacak alanı olan ve düşman bulunmayan bir Mutlu Avlanma Alanı anlatılır. Fakat cennet başka amaçlara da hizmet eder. Tanrı, kesinlikle adil bir Tanrı olmalıdır. Gerçi yeryüzünde birçok adaletsilk vardır. Zor ve tutumlu bir yaşam süren yoksul kişi kendi emeğeinin meyvelerini israf eden kötü kişileriin bu dünyanın tüm iyi şeylerinden yararlandığını görür. Yeryüzünde adalet yoktur. Günahkarların, sömürenlerin yeryüzündeki kısa mutluluklarından dolayı acı çekecekleri ve burada acı çekmiş olanların orada ödüllendireleceği başka bir yaşam kesinlikle olmalıdır. İşte bu nedenlerden dolayı işçiler, köylüler, ezilenler daha iyi koşullar elde edebilmek için kendilerini sömürenlere karşı eyleme geçmemeleri için zorlanmıştır. Bu zorlamayı ise genellikle sömürenlerin koruması altında olan dini kurumlar(kilise, müftülük v.s) yapmıştır. Alçak gönüllü ve sabırlı olursak Tanrının bizi ödüllendireceği ve bizi sömürenlerin günahlarının hesabını cehennemde verecekleri söylenmiştir.

Dinin diğer işlevleri ise halkı birarada tutmaktır. Muhammed'in dağınık bedevileri bir araya getirmesi ve güçlü bir devlet kurması gibi. gerçi bu, yukarda saydıklarımızn doalylı bir sonucudur. bir diğer işlevi de dünyadaki kötülükleri azaltmaya çalışmasıdır. mesela alkol alan insnalrın kavga etmeleri, rahatsızlık yaratmalarını önlemek için alkol yasaklanmıştır.

Evet, gerçekten dinin bu yönleri vardır ve gerçektir. Ancak tarih ve çağdaş deneyler insanların Tanrıya inanmadan benzer avuntular bulabileceğin, göstermiştir. Mesela dinin yerini güzel ve adil kuralları olan bir devlet pekala alabilir. adil kurallarıyla adaletsiziliği önler, öteki dünya inancına gerek kalmaz. iyi eğitim sistemiyle, bilimi teşvikiyle açıklanamayan olaylar açıklanabilir. bu eğitilmiş toplumda hala bazı huzursuzlular oluyorsa da bunları ayetlerle korkutmak yerine çeşitli cezalarla caydırma yoluna gidilebilir.

Sonuç

Kısacası idealizm tüm olayları bir çeşit Tanrıyla ilişkilendirmek ve insan yaşamının amacını öbür dünyaya bağlı göstermek anlamına gelirken, maddecilik de oluşan heşeyin çevremizdeki doğal ve toplumsal dünyadaki gerçek olaylar ve süreçlerle açıklanmasını ve insanların isteklerini ve gereksinmlerini karşılayabilmek için gerekli nesnelerin bilgisini ve onlara egemen olmanın yollarını arama çabası anlamına gelir. İdealizm hiçbir zaman zor sorular sormayı ve onlara ulaşmak için güç çabalara girişmeyi gerektirmez. bir şeyin nasıl ve neden olduğuna ve neyin iyi olduğuna ait sorulara cevap olarak her zaman Tanrı istediği içi birşeyin olduğunu, Tanrı buyurduğu için iyi olduğunu, bunların iyi bir amca hizmet edebilemk için bizim dışımızda ve üstümüzde planlanmış olması gerektiğini veya gelecek bir yaşamada bizi mutlu kılacağı için iyi olduğunu söyleyebilir. bu yol daha kolaydır ama sonucu yııkım olabilir. Çünkü bu felsefe bizi doğa güçlerinin ve herhangi bir zamanda toplumda egemen durumda olan kişilerin merhametine terkeder.

ANA SAYFA

TANRI

Tanrı nedir?

Bu soruya net bir yanıt vermek mümkün değil. Çünkü karşımıza bu defa "hangi tanrı?" sorusu çıkar... Ama genel olarak -ve tüm dinlerden bağımsız olarak- denilebilir ki tanrı; "tüm evreni, herşeyi yaratan varlıktır".

"Yaratmak" kelimesinin anlamı bir yana, tüm evreni bir zamanlar birinin yaratıp yaratmadığını asla bilemeyiz. Yani şu yukarıdaki tanımıyla (sadece bu tanımıyla) bir tanrının var olup olmadığını, evreni yaratan birinin olup olmadığını anlayamayız.

(Dahası evrenin ötesinde neler olduğunu da bilmiyoruz. Yani bu sözkonusu "evren"in de tam olarak "ne" olduğunu bilmiyoruz. Hal böyleyken, bu ne olduğunu bilmediğimiz evrenin bir yaratıcısının olduğunu "bildiğimizi" söylemek ne kadar doğru olur acaba?)

Öte yandan herhangi bir dinin önümüze sürdüğü tanrı inancını reddetmek için pek çok gerekçe vardır. Bu gerekçeler "tanrının sözleri" olduğu söylenen kitaplardaki çelişkilerdir. Bundan da öte önümüzde somut bir "kitap" olması, tanrının insanlara birşeyler anlatmak için kitaba, elçiye, dine "muhtaç" olduğu savı inanılacak birşey değildir. İnanılacak birşey olmaması şundan kaynaklanır: Bir dinin (örneğin islamın) bize öğrettiği "Tanrı"; sonsuz derecede hakim, herşeyden güçlü, herşeyden yetkin, olmasını istediği herşeyi anında olduran, olmuş ve olacak herşeyi bilen bir zattır. İşte böyle bir varlığın yaptıkları ettikleri ve sözleri onun bu sonsuz hakimiyetiyle ve bilgisiyle çelişir. (Denilebilir ki: Eğer dinlerin mimarı olan kişiler tanrıya sıfatlar atarken bu kadar "bonkör" olmasalardı, dünyada daha az ateist olurdu.)

Tanrının bizden ibadet istemesi mantıksızdır, tanrının bize somut bir "kitap" göndermesi mantıksızdır, tanrının bizi kendi halimize bırakması mantıksızdır, tanrının -engel olabileceği halde- kötülüklere sesini çıkarmaması mantıksızdır, tanrının "kendisine inanmayanlara" öfkeyle yaklaşması mantıksızdır, tanrının birden fazla din göndererek insanların kafasını karıştırması mantıksızdır, tanrının bu dinlerden "yanlızca birinin" gerçek "hak dini" olduğunu söylemesi mantıksızdır... Olaylara kuşbakışı (dinlerin dışından) bakıldığında görünen saçmalıklar bunlardır. Dahası, bir dinin hükümleri de incelendiğinde, aklımızda "bunu tanrı mı söylemiş?" sorusunu kazıyan pek çok çelişki görülür. (Örneğin kadını ve erkeği yaratan, "adil" bir tanrı; "...gerektiğinde kadınlarınızı dövünüz" diyemez)

Ateizmin ortaya çıkış nedeni tanrıya atfedilen özelliklerin "olabilirlikten fazla" oluşudur. Hatta öyle fazladır ki, bu sıfatlar ve tanrının bu özellikleri birbiriyle çelişir, birbirini yok eder. Eski yunan düşünürlerinden beri bu konularda ateizmin sorduğu sorular daha cevaplanabilmiş değildir:

-Tanrı kendi kaldırabileceğinden daha ağır bir taş yaratabilir mi?
-Tanrı bir başka tanrı yaratabilir mi?
-Tanrı kendisinden daha yüce bir varlık yaratabilir mi?
-Tanrı kendisini yok edebilir mi?
-Tanrı yeteneklerinden kısmen yada tamamen vazgeçebilir mi?
-Tanrı merak edebilir
mi?
-Tanrı pişman olabilir mi?
-Tanrı kendisinin ne yapacağını tüm ayrıntılarıyla bilir mi?
-Tanrı kararından vazgeçebilir mi?

Bütün bu soruların paradoks olarak kalmasının nedeni, tanrıya atfedilen "olabilirlikten fazla" sıfatlardır. (Öreneğin; tanrı HERŞEYİ yaratabilir, tanrı HERŞEYİ yok edebilir, tanrı HERŞEYİ bilir...)

Tanrı inancının yolculuğu

Çağlar boyu tanrı inancı hep var olmuştur. Fakat her toplumun yarattığı tanrı farklıdır. Kimine göre tanrı tektir, kimine göre çok sayıda tanrı vardır, kimine göre bu tanrı güneştir, kimine göre aydır, kimine göre ateştir, kimisi "tanrı görülemez" demiştir, kimisi kendi tanrısını göstermiştir...

İnsanların yaratığı her inanç sistemi diğerlerinden farklı bir tanrıyı bildirir. Her dinin tanrısı farklıdır. Tanrının sayısı, karakteri, kimliği, yeri ve yapısı hep farklılık gösterir. Her yeni çıkan din, kendi tanrısını "gerçek" tanrı, kendinden önceki tüm inançları "batıl" olarak göstermeye çalışır. Yine her yeni çıkan din, ilk başta bir defa "inanca hakaret" yada "inançsızlık" olarak algılanır.

Bir tanrı inancının kabul görmesi ve süreklilik yaratması için bazı şartlar bulunur. Bu şartlar tanrının sıfatlarında gizlidir. Örneğin "tanrı ateştir" diyen bir din, ateşin aslında ne olduğunun anlaşılması üzerine geçerliliğini yitirir. Aynı şekilde "tanrı güneştir" diyen bir inanç da, güneşin ne olduğunun ortaya çıkması ile son bulur. Kısacası tanrıyı orta yerde, görülebilen, incelenilebilen (yada gelecekte incelenmesi mümkün olacak olan) nesneler olarak tanıtmak sakıncalıdır. Çözüm; tanrıyı "ulaşılamaz", "erişilemez", "algılanamaz" olarak göstermektir (örneğin "allah").

Bu "ulaşılmaz" tektanrı inancının yeryüzünde bu kadar fazla taraftar bulmasının nedeni, bu inancın bulanıklğında, belirsizliğinde yatar. Nasıl yuvarlak sözler söyleyen, popülist, pragmatist bir politikacı fazla sayıda taraftar toplayabiliyorsa, aynı şekilde gizemlerle, sırlarla dolu ve "belirsiz" bir tanrı inancı da fazla taraftar bulur.

"Tanrının rengi yoktur" denirse bu inanç gizem kazanır ve herkes kendi bilinçaltında tanrıya bir renk atayarak buna inanabilir. Oysa "tanrı kırmızıdır" denirse bu durum bazı sorunlara yol açabilir. İnsanların aklına "Neden kırmızı, neden mavi değil" soruları gelebilir ve "kırmızıyı sevmeyen" birine bu inanç itici gelebilir.

"Tanrı kızgındır" denirse, sürekli güler yüzlü olan, çok zor öfkelenen ve her koşulda hayata mutlu bakmayı seven insanlar tarafından bu inanç fazla taraftar bulamaz. Yada "Tanrı affedicidir, sevecendir" denirse, bu tanrı, otoriter, kurallara bağlı ve sert insanların aynı ölçüde hoşuna gitmez. Çözüm; "Tanrı hem sevecen, hem öfkelidir. Hem bağışlar, hem acı çektirir" demektir. Bu durumda ilahiyatçılar tarafından, insanlara bu inanç bazen "iyimser, sevimli" taraflarıyla, bazen de "otoriter, sert" taraflarıyla satılır. Amaç daha çok alıcı bulmaktır ve bu taktik işe yarar. Hareketleri ve kişiliği "yerine göre" değişen bir tanrı, kuşkusuz ki daha çok insanın hoşuna gider. Çünkü sürekli öfkelenen yada sürekli merhamet eden bir tanrı inancı bir süre sonra ölecektir. Bu yüzden tarih boyunca ortaya atılan tüm tanrı tasavvurlarının içinde en belirsiz, en anlaşılmaz, tanımlanması en zor ve "hiçliğe en yakın" olan tanrı, en çok taraftar bulmuş ve bugün de en yaygın olarak inanılan tektanrı olmuştur.

DEVAM

ZİYARETÇİ DEFTERİ